nefesimi zor zaptediyorum. içimi kanırtan, kanatan bir şeyler var dışımda. yüreğim öksüz bir çocuk gibi bütün masumiyetiyle sığınmışken zaman aldatmacasına, o, bir çatı olmak yerine, bir batık iskele olmayı seçiyor her seferinde... zamanı bizler yönetiyorduk biliyordum ama kendimi kim yönetiyordu bulamadığım, bilmediğim buydu.

kuşları çok severim ben. aslında uçmak fikrini severim. kuşları da belki bu yüzden, yani uçma fikrini sevdiğimden seviyorumdur... ama şu an kuşlar sürüsünün ortasında gibiyim. çığlıklar, kanat çırpmalar, daha kötüsü bana çarpmalar... istila gibi. evet evet istila...

içimden içime doğru kan akıyor. tam olarak iki göğsümün arasından, boğazıma yakın yerden içime... gözlerimden yaş akıyor kendiliğinden ama, ben ağlamıyorum. gerçekten, ağlamıyorum. ben yutkunmaya çalışıyorum onu da zaten beceremiyorum. çünkü biliyorum, ağlasam da, bağırsam da, haykırsam da bir şey olmayacak. elimden bir şey gelmediğini biliyorum artık.

hem bildiğim başka şeyler de var. birazdan geçecek hepsi. belki birkaç saat sonra, belki birkaç dakika sonra... sonra yine neşeli olacağım. hayat dolu, mutlu, keyifli... sonra o da geçecek. yine böyle olacağım. acı dolu. sonra o da geçecek. sonra o da, sonra o da, sonra o da...... çünkü yelkovan ve akrep birbirini kovalarken bize ne yaptığının hesabını vermeyecek hiç ve biz ona göre şekil alacağız. o batık iskele olmaya devam ededursun biz alabora olmaya alıştırıldık zaten. ya sevgilimiz terk etti, ya dostumuz ihanet etti yada ne bileyim ne oldu. ama hep "keşke" dedirtti bize zaman. üstelik o saat denilen küçük kutunun içinde tik tak tik tak dönüp dururken hıçkırıklarımızı hiç duymadı. ve gitti mi bir daha hiç dönmemek üzere gitti...

olsun, bunlar da geçer birazdan...o yüzden dedim ya; "beni ciddiye almayın". nasılsa geçer...