bu günlerde wilhelm reich'ın ''faşizmin kitle ruhu anlayışı'' adlı kitabını okuyorum. ilginç bir kitap. ilginç kelimesi kitaba ithaf edebileceğim en uygun sıfat. çünkü gerçekten doğru noktalara parmak basmış olmasına rağmen, öyle temel noktalarda öyle kritik hatalar yapmış ki, yanlışlarının doğrularını götürmesine sebep olmuş sizin anlayacağınız.

burada kitabın ayrıntılı bir analizini yapacak değilim. kitap, ana fikrinin yanında sayısız yan fikre de, mükemmel analizlerin yanında çocuksu hatalara da sahip olduğu için, kitabın sistematik bir değerlendirmesi yeni bir kitap yazmayı gerektirebilir zannımca. ama yine de, ilgimi çeken bir iki noktaya değinmeden edemeyeceğim.

öncelikle kitabın adından başlayalım. kitaba bu ismin tamamen reklam amacı ile konulduğu izlenimini edindim. çünkü eserin asıl konusu faşizm değil. yazar, sıkı bir freudçu. ve, tatmin edilmemiş cinsellik ile siyaset arasında bağ kurmaya çalışmış. kendi çağında egemen olan bir kaç ideolojiyi ve siyasi yapıyı masaya yatırarak tezlerini onlar üzerinde denemiş. (sscb, liberalizm, kilise, faşizm vs.) 1933 yılının egemen ideolojisi faşizm olduğu için olsa gerek, asıl ağırlığı da faşizme vermiş.

kitabın ana fikrini şöyle özetleyebiliriz: ''insan eylemlerinin temelinde cinsellik vardır. siyaset de insanların eylemlerinin toplamından başka bir şey değildir. bu durumda siyasetin temelinde de cinsellik yatmaktadır. sosyologlara düşen görev, siyaset ile cinsellik arasındaki ilişkileri analiz etmektir. devrimcilerin görevi ise, sosyologların analiz ettiği bu ilişkileri kitlelere teşhir etmektir.''
yazar beni affetsin ama, anladığım kadarı ile şöyle diyor: ''bastırılmış cinsellik bütün gerici ideolojilerin anasıdır. eğer insanlar cinselliği doya doya yaşayabilseydi, hemen yarın anarşist ütopyayı gerçekleştirebilirdik.''
söz konusu düşüncelerin ayrıntılı bir değerlendirmesine girmeyeceğimi yukarıda belirtmiştim. sadece şunu söyleyeyim; eğer düşüncelerini genel, tek, nihai etmen olarak genellemeseydi yazarı ciddiye alabilirdim. ama bu hali ile, freud'la yeni tanışmış orta okullu bir yeni yetmeyi andırıyor.

gelelim başlarken size vaadettiğim o ilgi çekici noktalara:

yazarın din ile cinsellik arasında kurduğu ilişki gerçekten üzerinde durulmaya değer. şöyle diyor yazar: *(*düşünceler ona, cümleler bana ait tabi)

''gençlere küçük yaşlardan itibaren cinselliğin, özellikle de masturbasyonun kötü olduğunu öğretiriz. onları cinselliğe karşı mücadele etmeye çağırırız. onlara, eğer bu mücadelede yenik düşerlerse sadece sağlıklarını değil, kişiliklerini ve ahlaklarını da kaybedeceklerini anlatırız. toplumsal baskı yüzünden, çocuk cinselliği bir tabu olarak görür. cinsellikten uzak durmaya çalışır. ama bir yandan da cinsel güdülerinin basıncına maruz kalır. ve genelde bu mücadeleyi doğa kazanır. çocuk, güdülerine her yenilişinde korkunç bir vicdan azabı duyar. yemek yemek kadar doğal bir eylem, bizim yüzümüzden, çocuğun en büyük kabusudur artık. üzerindeki basıncı ne ailesine, ne de arkadaşlarına anlatamaz. utanır. ama tek başına kaldıramayacağı kadar da ağırdır üzerindeki yük. bir yardımcıya ihtiyaç duyar, bir arkadaşa, sığınılacak bir limana. bu yardımcı/liman/arkadaş/koruyucu görevi için tanrı ve din biçilmiş kaftandır. güdülerine yenilmemek için tanrıya yalvarır. nazım'ın deyişi ile ''delikanlıların rüyalarındaki o sıcak an''dan her kaçışında din ona sığınak görevi görür. her yenilişinde iradesizliği yüzünden tanrıdan özür diler. ve bu süreçte din olgusu, zihnine kolay kolay silinmemek üzere kazınır. işte bu yüzdendir ki, neredeyse bütün dinler, cinsel yaşam üzerinde baskı kurmaya çalışır. çünkü cinsel güdülerin bastırılması, dinin varlığını devam ettirmesi için vazgeçilmez bir eylemdir.''

kendi yorumlarımı katarak kafanızı şişirmeyeceğim. hızımızı almışken devam etsek iyi olur bence. yazar, otorite kavramı ile cinsel baskı arasında da benzer bir bağlantı kuruyor. yukarıdaki süreçte bireyin, doğası karşısındaki zayıflığını farkettiği için, kendisine olan güveni sarsılıyor. son derece doğal biyolojik tepkileri kişisel zayıflık olarak algılıyor. nasıl çocukken kendi iradesizliği yüzünden onu gütmesi için tanrıya sığındı ise, ileride de kendisini kötülüklerden koruyup ona doğru yolu gösterecek bir führer arıyor. otoriteye karşı her başkaldırıyı, otorite kavramı zihnine cinsel perhiz olarak kazındığı için, yasak cinsel eylemde bulunmak ile eşdeğer olarak görüyor. bunu bilinçli olarak yapmıyor, ilerleyen yıllarda çocukluk sanrılarını yenmeyi başarıyor belki ama, bu zafer bilinç düzeyinde kalıyor. bilinç altında ise birey, hala masturbasyon yaptığı için utanan küçük çocuk olmaya devam ediyor.

wilhelm reich, ergenlik döneminde cinselliği son derece doğal bir olgu olarak yaşamış birey üzerinde otorite kurmanın neredeyse imkansız olduğunu iddia ediyor. oldukça cüretkar bir iddia, aynı zamanda da oldukça güçlü bir iddia. yorumu size bırakıyorum.

milliyetçilik duygusunun temelinde, yukarıda bir yerde bahsettiğim aşağılık kompleksi varmış reich'a göre. bu duygu o kadar güçlü imiş ki, nesnel gerçeklikteki eylemlerle bu hissi yok etmek çok zormuş. bu hisse maruz kalan bireyler de milliyetçi oluyorlarmış. büyük ,kutsal ve güçlü bir millete üye olmak, kendilerini önemli hissetmelerini sağlıyormuş. ''üstün ırktan ödünç alınmış üstünlük duygusu'' diyordu aynen reich. doğru mudur, bilmiyorum. sanırım reich'ın önermelerini anlayabilecek kadar zeki değilim. ya da o abartmış. ama bu önermelerin gerçekten ilginç olduğu kesin.

yine de insan, şu soruyu yazara sorma isteği duymadan edemiyor:
ne yani, ana babaları doya doya otuzbir çekmelerine izin verseydi, bu gün alperenler denen güruh başımıza bela olmayacak mıydı?