sevgili melun,

sana bu mektubumda nevrotik hastalıklardan biri olan dissosiyatif kimlik bozukluğu'ndan bahsedeceğim. çoklu kişilik bozukluğu, dissociative identity disorder, multiple personality disorder falan filan, bütün bunlar aynı şeyin laciverdi oluyor. bunu seçmemde senin kadar, nevrotik hastalıkların en ilgincinin bu olmasının da payı var. sağ olsun sinemanın üzerine pek çok emek verdiği rahatsızlıklardan biri bu. bi fight club'ı mutlaka izlemişsindir. bunun dışında pek çok filme daha*(*sybil)*(*identity)*(*the three faces of eve)*(*me myself and irene)*(*beyza'nın kadınları)*(*bla bla) konu olmuş aynı şekilde, ben kimilerini izledim kimilerini ise sadece duydum, sen hepsini izle. göreceksin ki, bu filmler sayesinde, sahip olduğundan on kat daha ilginç bir profil edinmiş kendine bu bozukluk. bir beynin içinde olup biten şeyleri ne kadar görünür/duyulur bir hale getirmeye çalışırsan, onları anlaşılır olmaktan o kadar uzaklaştırırsın sevgili melun. hikayeler de bunu yapıyor. bu yüzden hikayeleri boş verip önce hastalığın kendisinden bahsedelim. çoğul konuştuğumuza da aldırış etmeyelim, çok şükür hala tek parça ve pek safçayız.

herhangi bir bilimsel kaynaktan alabileceğin bilgilere göre, çoklu kişilik bozukluğu, aynı kişide iki veya daha fazla kimlik/kişilik bulunması şeklindeki bir sorun. (bu noktada "kimlik" ve "kişilik" kavramlarına girecek olursak hastalığı hastalık olmaktan pekala çıkarabiliriz ama uslu durup hiç bulaşmayalım. "sonuç olarak, insanı yaşamına devam edemez hale getiren bir şey, evet hastalıktır." dersek, hem o şeyi yok etmek için çalışanların hakkını vermiş, hem de şu üç günlük dünyada bi ske faydası dokunmayacak işlerle uğraşmak zorunda kalmamış oluruz.) yine aynı kaynaktan alınabilecek bilgilere göre, bu kişilikler birbirinden farklı davranış biçimleri sergilerler. (aynı şekilde davransalar zaten biz onları birkaç kişi saymayız. bir şeyler bizi aptal yerine koyuyor ama ne.) bu hastalarda kişilik sayısı genel olarak 5-10 arasında görülmekle beraber, aynı tıbbi kayıtlarda çok daha fazla karakter taşıyan hastalara da rastlanabiliyor. hastalığın görülme oranı oldukça düşük (tanı ölçütleri ile birlikte bu oran da tartışmalı tabi, ancak dünya nüfusunun %1-2'si olarak açıklanıyor.) ve hastaların %90-100'ü kadın. hastalık genellikle genç erişkinlikte ortaya çıkıyor ve nevrotik bir bozukluk olmasından anlaşılacağı üzere, kaynağında travmatik bir çocukluk öyküsü yatıyor. (çoğunlukla da; fiziksel/cinsel istismar.) bir kişilikten diğerine geçiş dramatik bir takım sahneler yaratıyor ve genellikle hasta diğer kişilikleri ve onların hakimiyetinde yaşadığı olayları hatırlamıyor.

***
bu hastalık uzaktan ilgilenicileri için şöyle bir şey. alter ego denen bi olay var. ve bu alter ego da onlara göre, sahibinin olmak istediği ama aslında olmadığı kişi demek. gözlerinin önüne birbirinden zeki, karizmatik, havalı, on kilometreden çekici tipler geliyor tabi hemen. bu tipler, hastanın bir şekilde tanıdığı başka insanlardan modelleniyor genelde. halbuki bunların sahibi salağın, eziğin önde gideni. zaten bu yüzden de böyle bir yöntem geliştirmiş. ama her istediğinde istediği tarafa geçemediği için, bu garibanın düzeltilmesi, bunun için de kendisine acı gerçeğin kabul ettirilmesi gerek. biri alacak bunu karşısına, bütün kimliklerini birbiriyle yüzleştirecek. hasta, kabul edecek malın teki olduğunu. geberecek bütün o sonradan gelmeler.

sevgili melun. yok böyle skindirik bir hikaye yavrucum. adamın amına konmuş tamam m

***

kestik.

meluncum. bu kişiliklerin ortaya çıkma nedeni oldukça trajik. öyle canı isteyen herkes amip gibi kafasına göre bölünemiyor. nevrotik hastalıkların tümünün kaynağı travmatik bir deneyimdir demiş miydim? bu tarz bir deneyim (yazıldığı kadar basit olmaması için mesela başına gelebilecek en kötü şeyleri düşün), sahibinde çoğunlukla bir yadsıma yaratır. yaratmak zorundadır diyelim. bazen bir şeylere rağmen yaşayamazsın. yaşayamadığın zaman onları bir şekilde kendinden uzaklaştırman gerekir. bütün o şeylerin senin başına gelmediğine inanmak zorundasındır, ama bizzat senin başına gelmiştir. bunu inkar edemezsin. akıl sağlığın gayet yerindedir çünkü. işte böyle bir durumda, tamamını kurtaramayacağın için kendinde temiz bölgeler yaratmak zorunda kalırsın. kendi içinde bi başkası olur ve şöyle dersin; beni götürmediler inşaata ayşe'yi götürdüler. dalga geçiyormuş gibi görünmekten nefret ediyorum. çünkü böyle şeylerle dalga geçmiyorum hayır. birinin kendi hayatını bi başkasına devretmek zorunda kalması kadar korkunç bir şey olabilir mi, o başkası kendi içinde yaşıyor olsa bile?

"kişinin olmak isteyip de olamadığı kişi" tabiri, gösterildiği şekilde bir şey değil. yani "hadi süper biri olayım" diye çıkmıyor o karakterler. kişi zaten hikayesinden anlaşılacağı üzere büyük bir kötüye kullanım yaşıyor. bu, o sırada yeterince zayıf (genellikle yeterince çocuk) olduğu anlamına gelir. kendini savunacak güce sahip olmamasının nedenleri her ne ise hepsinden nefret eder. bu da sonradan edinilen gücün gösterimi olarak ortaya çıkacak bir takım olumsuz davranışlara yol açar. hasta olarak kabul edilen bu kişi, aslında olmadığı "kötü" biri olmak ister mesela, dünyadan intikamını almaya ihtiyacı vardır çünkü. nasıl ki zarar görmüşse, zarar verebilmek de ister. ama doğru/yanlış, iyi/kötü gibi kavramlar kendisi için geçerliliğini hala korumaktadır. öz değerlerinden kopamaz ama onlara sırtını dönebilmek ister. ve işte aynı noktaya dönersek, kendi içinde bi başkası olur ve şöyle der; bunları ben yapmadım fatma yaptı.

sevgili melun, çıkış kaynağı farklı nedenlere dayanabilirmiş gibi görünüyor ama değil. saydığım bu kendini kendinden ayrıştırma işlerinin her biri birbiriyle iç içe seyrediyor ve böyle bir durum için de başta söylediğim gibi ciddi ve kötü bir deneyim gerekiyor. evet, bu hastalığın biyolojik hiçbir tarafı yok. bu hastalık başa gelen değil, kelimenin tam anlamıyla "geliştirilen" bir şey. dolayısıyla, geçerli sebepler olmaksızın evde tek başına yapılabileceği fikri herhangi bir akla kolayca düşebilir. bunun önüne geçmek için, öncelikle tüm bu bölünme işlerinin bilinçdışı geliştiğini belirtelim ve ne kadar ileri gittiği hususunda da, nevrotik rahatsızlıkların en ilginç tarafı olan "amnezi" durumuna dikkat çekelim. tecrübeyi yalanlamanın en ileri boyutu olan bu tür bir oynama, öyle senin benim yapabileceğimiz türde bir şey değil. dissosiyatif kimlik bozukluğunda amnezi şartı elbette yok, ancak amnezinin saptanmadığı çok ender vakalarda da, kişilikler arasında amneziyi aratmayacak şekilde keskin sınırlar yer alıyor. başta da söylediğim gibi tanı kriterleri oldukça tartışmalı, ancak bu tarz ciddi "oynama"ların görülmediği vakaları da bu hastalığın mensuplarına dahil edemeyecek olduğumuza şüphe yok. eğer olsaydı misal ben kendimden bi futbol takımı çıkarırdım çok rahat.

hastalığın portresine biraz uzaktan bakalım şimdi. "kişilik" dediğimiz şey, temel yapı kriterlerinden (yaş, cinsiyet, ırk, vs...) ve kendi içinde bütünlüğü olan davranışlardan ibaret. yani "bir başka kişilik", farklı bir konum ve yine kendi içinde bütünlüğü olan başka bir davranış topluluğu demek oluyor. notalarla şarkı yapmak gibi düşün. temel yapıyı da enstrümanlar farzet. yedi tane nota var kaç şarkı yapılabilir ki di mi heheh. işte o kadar çok karakter yapılabilir ihtiyaç duyulacak olursa. ama genelde hastalara bi albüm yapacak kadarı yetiyor. bu kişilikler anlayacağın üzere farklı yaşlarda, farklı cinsiyetlerde, farklı isimlerde kişiler filan olabiliyor. mesela "çocuk" karakter hastaların hemen hemen hepsinde bulunan bir şey, bunun nedeni de yeterince ortada olsa gerek. bedendeki kişiliklerin her birini, diğerlerinden, temel konuma ek olarak, baskın olan bir davranış biçimi ayırıyor; bunlar da kişinin, mesela cinsel, mesela dinsel, mesela toplumsal eylemleri üzerinden gelişerek diğerleriyle aralarında keskin çizgiler oluşturuyor.

sevgili melun, dissosiyatif kimlik bozukluğunun biyolojik bir tarafı olmadığı için, biyolojik müdahalede bulunulabilecek bir tarafı da yok. bu hastaların farklı kişilikler içerisindeyken beyinlerinin farklı bölgelerini kullandıklarını filan duyabilirsin, olur öyle, beynimizin zaten farklı duygu/düşünce/bilmemneler için farklı bölgeler çalıştırdığını hatırlaman yeterli. olayın elle tutulur bir tarafı olmadığı için, tedavi de tıpkı hastalığın çıkış biçimi gibi, garip bir yoldan geliştirilmek zorunda. yani, olağanüstü uzman biri tarafından, uzun bir psikanaliz süreci ve bir takım astronomik içsel seyahatler falan. biliyorsun ki, bana sorarsan böyle bir tedavinin bulunma olasılığı benim karaciğerimi görme olasılığımdan daha düşük. bu yüzden de hastalık pek çok uzman tarafından kronik kabul edilir.

önemli bir nokta daha; dissosiyatif kimlik bozukluğu, iki rahatsızlıkla çok rahat karıştırılabilir. (şizofreni ile karıştıran saftiriklere girersem yazacaklarımın sonu gelmez diye yıllarca açmadım bile konusunu, açmam da şu saatten sonra.) bunlar manik depresif psikoz ve borderline kişilik bozukluğu'dur. bu işlerden epey anlayan uzmanlar böyle bir karışıklığın nedenlerini çok iyi bilir ve tanı konarken dikkat edilmesi için, gerekli bilimsel uyarıları yaparlar, bulursan okuyabilirsin. ben bu noktada sadece, "borderline kişilik bozukluğu" için, götünüzden bozukluk uydurmayın deyip geçeceğim.

aslında mektubumu, canı sıkılınca bu hastalığı oynamak, zararsız bi taklitini böyle şakacıktan geliştirmek isteyebilecek olanlara bir kaç tavsiye vererek bitirmek istiyordum, çok da yerinde tavsiyelerdi, ama şu an aklıma çok komik bi ton şey geliyor meluncum, geyiğe sarmak istemem, edebimle yazmışım bunca şeyi, edebimle durayım.

benim, altı tanesiyle tanıştığım bir arkadaşım var melun. yakında uzaklara gidecek. birini burada bırakabilse keşke. yetmezdi ama yeterdi be melun. düşünsene, bir anda altı kişi birden eksiliyorsun. bu işlerin adil olmayan bir tarafı var senin anlayacağın. bütün işlerin adil olmayan bir tarafı var, sen de her boku anlama mk.

yaz hepimizi eritmezse bir gün tekrar görüşürüz. gerçi bu işe çoktan ve benden başlamış gibi bi hali var.

kaç kişiysen hepsinin gözlerinden öpen,

sc.