kadın kalın şemsiyesinin altından baktı adama ince bir bakışla, inceydi zaten kadın. soracak oldu, duraladı, adam ıslanıyordu. kadın soramadı, tam biraz daha izleyip kaçacaktı ki birden gözüne çarptı adamın sadece bir noktaya bakıyor oluşu. ovanın ufkunu izlemiyordu, daha yakıncak bir noktada hareketsiz bir perde oyalıyordu sanki onu. kadın daha önce gördüğünü düşündü bu yüzü, eski sevgililerinden biriymiş gibi düşündü, tatlı bir şefkat ve tatsız bir hınçla birden döndü, "ıslanıyorsunuz" dedi. adam şaşırdı bir an, sanki kadın orada yokmuş, geçen dakikalar boyunca kadının varlığını hiç farketmemiş gibi döndü ve bir anda kadın sanki yüzyıllardır oradaymış, hep orada olması tanrının kitaplarında yazıldığı kadar kesin bir kadermiş gibi konuştu: "siz ıslanmıyorsunuz". ağır ağır çevirdi başını tekrar gizemli noktasına. kadın vazgeçmeye karar verdi, bir süre daha seyredip yağmurun muhteşem bir saray görüntüsü verdiği, ıslak, karmakarışık, ovanın berisinde bir telaşlı, bir ürkek, bir çocuk ve çevikliğiyle çok erkek şehri uzaklaşacaktı. adam ani bir kararlılıkla tekrar döndü, "ıslanmaktan neden korkuyorsunuz?" diye sordu, kadın şaşkınlığını bastırmak için olsa gerek aceleyle cevap verdi: "evim uzak". adam anladığını belirtmek için sallayıp başını aynı noktaya döndü. kadın vazgeçmedi bu sefer, "orhangazi'de benim evim, aslında şimdiye kadar çoktan gitmem lazımdı" diye söze girdi "ama yağmuru görünce dayanamadım".
yağmur, sadece altıparmak'ta yağıyordu sanki, uzakta ovanın üzerinde süzülen güneş başka bir zamanı anlatıyordu, bulutlar giderek inceliyor, kuzeyde delişmen bir genç kız gibi soyunup güneşle birleşiyorlardı. gökkuşağı yoktu, ikisi de biliyordu belki yakında görüneceğini, ama umursamıyorlardı, yağmuru böyle güzel hissetmek dururken sonrasını niye düşünsünlerdi. kadın, şemsiye sahibi olmanın kastsal ayrıcalığı ve güvenliğinden sıyrılmak istedi, üstelik saçları da çok güzeldi ve o, bundan emindi. incecik bileklerinden beklenmeyecek bir sadelik ve kolaylıkla indirdi şemsiyeyi, kolaylıkla kapadı, sağına geçirdi, adam solundaydı. adam, şemsiyeyi suları dökülsün diye sallamadan alan kadına aslında biraz şaşırdı, şaşkınlığını gizlemek de gereksiz olacaktı, dönmeden konuştu: "şehre yukarıdan bakmak, bu bizi ne hallere getiriyor, görüyorsunuz" kadın şaşırmadı artık, kolaydı sanki şemsiyeyi çıkarıp attıktan sonra ıslanan adamla konuşmak, esnedi, "sizin baktığınız yer" dedi, esnemesini tamamlaması gerektiğini hatırlayıp sustu bir an "sizin baktığınız yere bakınca düştüğünüz haller daha normal görünüyor". adam susacak oldu, susamadı, "bakmaktan çok yağmuru sevdiğimden" diye mırıldandı, kız utanmıştı biraz, hem çok çabuk söylediğinden, hem adamın kendinden emin hali, hem makyajının akan karaltılarının gözünü doldurmasından. bilmediği şey adamın da aynı cümleyle utandığıydı, adam bunları söylerken dönmüştü kıza doğru, güzelliği ve ıslaklığını farketmiş, bundan biraz fazla kendi doğasını farketmiş, üstünkörü çekidüzen vermişti kendine, elini saçlarına uzatmış, sonra yakışık almayacağını düşünüp çekivermişti. adam bilmişti, artık kadını görmezden gelemeyeceğini. aldırışsız yürüyüp gidemezdi, bir cümle olmalıydı onu orada tutacak, susamazdı. "yağmurun" diye başladı "kendisi çok güzel, tıpkı..." bunu böyle tamamlayamazdı, eli ayağı dolandı ve sustu. "tıpkı" diye sordu kadın, sesinde ıslanmanın verdiği ince buhar ve kadın aklının karaltılarındaki kendine güven vardı artık. adam susamazdı, üstelik artık tümüyle kadına doğru dönmüştü, yağmuru hissetmek gerektiği üzerine birkaç cümle edecekti ki ıslanmış, pırıltılar saçarak güneşe dönüvermiş inceden kızıl saçlarına takıldı kadının, buklelerin gülümserliğine takılmıştı gözleri, dayanamadı: "saçlarını açar mısın?" kadın düşünmeden attı elini tokasına ve bir anda saldı sırtına dökülürken ırmak boylarında yılkılarca yıkanan ve kıvılcım gibi ışık parçaçıklarının neşeyle oynaştığı, kimi zaman üzüldüğünde sarıya yaklaşıp, kendinde bir parçayla tekrar kızıılaşan, hayatını kızıılaştıran saçlarını açtı. dökülen, bin kere binlerce telinde bin kere binlerce ayrı dilden şarkılarla yepyeni sabahlardı. adam sustu sadece, elini uzatsa tutacaktı, adam bedbahttı, uzanamadı, güneş çoktan yükselmiş, konuşmalarını uzatmak için dallardan akan son damlaları da buharlaştırmıştı. adam dönüp anlaşılmaz evin perdelerine son kez dikti gözlerini; kadın, şemsiyesini silkeledi, kadın bakmadı bir daha adama, iyi günler diledi. türbelere doğru yürüdü kadın, adam merdivenlerden inecekti, bursa, bir başka bahar yağmurunda belki başka iki yalnızı bileyleyecekti.
tümünü göster