kah nurlu şafakalara götüren kahsa nursuz şafaklara götüren, kimi zamansa bir hülyadan uyanmaya kimi zamansa bir kabusa daldıran şey.
bazı şüpheler vardır. herşeyi daha iyi yapar. sanki bir bir cevizin kabuğunu kırıp ceviz bitkisinini o meyvasını yemeye sebep olur. kimi şüphler vardır ki o ceviz meyvasının üzerine kabuklar üzerine kabuk koydurtur.
hamlet şöyle bir pasaj geçer;
'şüphelen ki yıldızlar ateş
şüphelen ki ay var
şüphelen ki dünya var
ama şüphelenme aşkımdan ofelya'
diye. yararlı olan şüphelerimizi bir kenara atarsak. zararlı şüphelerimiz bizi nereye götürür? götüreceği yer bellidir. en masum hareketler biel göze batmaya başlar yerine kıskançlığa götürür.
sonra başlarız zeki alasya'nın melodisiz öfkeyle tonunda su namelere;
sakın bir söz söyleme, yüzüme bakma sakın
sesine duyan olur, sana göz koyan olur
düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın
anan bile okşasa, benim bağrım kan olur
dilerim tanrıdan ki, sana açık kucaklar
bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun
kan tükürsün adını candan anan dudaklar
sana benim gözümle bakan gözler kör olsun
sonrası mı bu evrede geçer gider yerine ise nefret gelir. artık konu neyse zehirlenmeye başlar. sanki balın içine tuz konulmuş gibi tadı kaçar. başlar ondan sonra pireyi deve yapmalar, ben bunları hak edecek ne yaptm demeler ve nihayi olarak bezginlik. elbette acımada zehirler bazı şeyleri ama konumuzla alakası pek yoktur.
sonra hangi kente gidersek gidelim arkamızda paçamıza yapışır şu iki dize;
'değil mi ki hayatını kıydın burada.
bu küçük köşede, ona kıydın demektir bütün dünyada. '
iştesen de atamazsın onu paçandan. onlar sonra başlar olarak paçaya yapışan sesi kesmek için su suni sağırlıklar. ama suni sağırlıklar bitince daha şiddetlenir şiddetlenir.... sanki tamtam çalar.
o tamtam çaldıkça suni sağırlıklar çoğalmaya başlar. amip gibi çoğaldıkça çoğalır, ta ki gerisi sessizlik diyene kadar.
şüphe ...
bilim adamı değilseniz ne yazık ki nurlu şafağa koşmak değil de nursuz karanlığa gark olmaktır...
sabahı yok, nihayetsiz karanlıklar içinde
-bir kıvılcım gibi- bir an beliririz, söneriz.
varlık budur benim için, hatta senin için de;
bir hakikat var mı derken bir hayale döneriz.
ama nadir de olsa bilim adamı olmasanız bile nursuz da olsa bir şafağa koşmaktır...
bazı şüpheler vardır. herşeyi daha iyi yapar. sanki bir bir cevizin kabuğunu kırıp ceviz bitkisinini o meyvasını yemeye sebep olur. kimi şüphler vardır ki o ceviz meyvasının üzerine kabuklar üzerine kabuk koydurtur.
hamlet şöyle bir pasaj geçer;
'şüphelen ki yıldızlar ateş
şüphelen ki ay var
şüphelen ki dünya var
ama şüphelenme aşkımdan ofelya'
diye. yararlı olan şüphelerimizi bir kenara atarsak. zararlı şüphelerimiz bizi nereye götürür? götüreceği yer bellidir. en masum hareketler biel göze batmaya başlar yerine kıskançlığa götürür.
sonra başlarız zeki alasya'nın melodisiz öfkeyle tonunda su namelere;
sakın bir söz söyleme, yüzüme bakma sakın
sesine duyan olur, sana göz koyan olur
düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın
anan bile okşasa, benim bağrım kan olur
dilerim tanrıdan ki, sana açık kucaklar
bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun
kan tükürsün adını candan anan dudaklar
sana benim gözümle bakan gözler kör olsun
sonrası mı bu evrede geçer gider yerine ise nefret gelir. artık konu neyse zehirlenmeye başlar. sanki balın içine tuz konulmuş gibi tadı kaçar. başlar ondan sonra pireyi deve yapmalar, ben bunları hak edecek ne yaptm demeler ve nihayi olarak bezginlik. elbette acımada zehirler bazı şeyleri ama konumuzla alakası pek yoktur.
sonra hangi kente gidersek gidelim arkamızda paçamıza yapışır şu iki dize;
'değil mi ki hayatını kıydın burada.
bu küçük köşede, ona kıydın demektir bütün dünyada. '
iştesen de atamazsın onu paçandan. onlar sonra başlar olarak paçaya yapışan sesi kesmek için su suni sağırlıklar. ama suni sağırlıklar bitince daha şiddetlenir şiddetlenir.... sanki tamtam çalar.
o tamtam çaldıkça suni sağırlıklar çoğalmaya başlar. amip gibi çoğaldıkça çoğalır, ta ki gerisi sessizlik diyene kadar.
şüphe ...
bilim adamı değilseniz ne yazık ki nurlu şafağa koşmak değil de nursuz karanlığa gark olmaktır...
sabahı yok, nihayetsiz karanlıklar içinde
-bir kıvılcım gibi- bir an beliririz, söneriz.
varlık budur benim için, hatta senin için de;
bir hakikat var mı derken bir hayale döneriz.
ama nadir de olsa bilim adamı olmasanız bile nursuz da olsa bir şafağa koşmaktır...