''nihayet'' dedi avcı, ''nihayet bu canavarı öldürebileceğim.''

canavar, bundan on yıl kadar önce ortaya çıkmıştı. önce bir kaç köye, ardından da tüm ülkeye dehşet salmıştı. neler mi yapıyordu bu canavar? neler yapmıyordu ki. insanları yaşlı genç demeden kaçırıyor, onları akıl almaz işkencelerle öldürüyordu. sanki kendisi ile yarışıyordu ne kadar vahşileşebilirim diye. küçücük çocukları kaçırıp onlara tecavüz etmekten tutun da, bir gecede binlerce insanı öldürmeye kadar bütün vahşilikler vardı kariyerinde. üzerine onlarca ordu gönderilmişti. bunları, keyfi yerindeyse, binbir türlü aşağılayarak; canı sıkkınsa bir kaç hamle ile yok edivermişti. peşine yüzlerce avcı düşmüştü canavarın. ona, binbir türlü tuzak kurmuşlardı aslında canavarın tuzağına düştüklerini farketmeyerek.

avcı da bunlardan birisiydi. bu katili yakalamak için yola çıkan pek çok arkadaşının işkencelerle can verişine şahit olmuştu. tam yedi yıldır kendisi de bu amaç için uğraşıyordu. canavarı yakalamaya defalarca çok yaklaşmışsa da o, her seferinde kurtulmayı başarmıştı.

''sonunda bitti'' dedi tekrar. mızrağını kanlar içinde yerde yatan hasmının tam kalbine saplamak üzer havaya kaldırdı.
-yıllardır peşimdesin ve bana bir tek soru sormadan beni cehenneme yollayacaksın öyle mi? yerinde olsam zaferimin tadını çıkarırdım. çünkü zafer sarhoşluğunun yerini yakıcı bir can sıkıntısına bırakması fazla uzun sürmez.

avcı şaşırmıştı. canavarın konuşabildiğini bilmiyordu. bu güne kadar tanıştığı pek çok insandan daha aklı başında sözler söylemesi onu daha çok şaşırtsa da, şaşkınlığını düşmanına belli etmek istemedi.
-senden öğrenebileceğim ne olabilir ki benim. hayatta kalmak için son kozlarını oynuyorsun.
-ben kazanmasını bildiğim gibi kaybetmesini de bilirim, korkma. kaçmaya falan çalışmayacağım.zaten bu bana ölümden daha fazla acı verirdi.(böyle söylerken kıpırdadıkça daha fazla acı veren yaralarına bakıyordu) örneğin, neden bu kadar acımasız olduğumu merak etmiyormusun

avcı merakına yenilmişti. mızrağını indirdi, ama hala bir saldırıya karşı tetikteydi.
-aslında ediyorum. karnını doyurmak, insanlara hükmetmek vb. sebeblerden almıyorsun motivasyonunu.
-senin beni öldürmek istemenle hemen hemen aynı sebeblerle öldürüyordum. birbirimize benziyoruz.

avcı mızrağını tekrar havaya kaldırdı.

-saçmalıyorsun, ben katil değilim.
-öylemi, ama beni öldüreceksin.
-sen canavarsın. seni iyi bir sebep için öldüreceğim.

canavarın yüzünde sinsi ve gizli bir gülümseme belirdi. avcı tuzağına düşmüştü.

-söyle o zaman, neymiş bır can almanı meşru kılan o yüce sebep.
-öncelikle tanrı korkusu. seni öldürecek güce sahip olmama rağmen yaptıklarını görmezden gelseydim seninle birlikte cehennemde yanmayı haketmiş olurdum herhalde.
-hah hah hah ha. tanrı ha, komik olma. ikimizde tanrının olmadığını biliyoruz.

avcı kendisini hakarete uğramış hissediyordu. öfkeyle haykırdı:
-ben tanrıya ve hesap gününe inanıyorum. sen kafir için bir şey ifade etmez tabi bunlar.
-tanrı gibi muazzam bir güce inanıyorsun; dünya nimetlerinin cennetinkiler yanında hiç olduğunu biliyorsun, ama gece gündüz tanrı için ibadet etmiyorsun öyle mi? söylesene, en son ne zaman ibadet ettin? ne zaman başın sıkışmadan tanrıyı hatırlayıp dua ettin
-eeee, şey...
-düşündüğüm gibi, sen tanrıya inanmıyorsun. sadece tanrının olma ihtimalini göz ardı etmiyorsun. tanrı var diyorsun ama o yokmuş gibi yaşıyorsun. sen iki yüzlüsün ve kafirlik eminim iki yüzlülükten daha yüce bir erdemdir.

ne diyeceğini bilemedi. belki de haklıydı ayaklarının dibinde yatan bu şeytan. canı acıyordu ve hasmının canını onun silahları ile acıtmaya karar verdi.
-peki ya sen, sen yaptıklarını nasıl açıklayacaksın.
-dedim ya, ben senle aynıyım. söylesene, neden çiftçi değilde maceraperest oldun? para için olmadığı kesin. din için de değil. eeee, neden?
-iyi bir insan olduğum için. vicdan sahibi olduğum için.
-iyi olmak neden bu kadar önemli?
-bu ne biçim bir soru? iyi olmak iyi olduğu için iyiyim. (sesinde öfke vardı)
-''iyi olmak iyi olduğu için iyiyim.'' hmmm. çok tutarlı bir açıklama (sesinde alaycılık vardı). dostum, sen de biliyorsun ki insan hiçbir eylemini sebebsiz yere yapmaz. acıktığı için yemek yer, merak ettiği için kitap okur, nefret ettiği için öç alır. sorumu yeniliyorum: iyi olmak neden bu kadar önemli?
-bana iyiliği tanımla?
-güzel soru, açıkcası senden beklemezdim. daha doğrusu senin bu soruyu akıl edebileceğin aklıma gelmezdi. (sesinde şaşkınlık vardı). iyilik göreceli bir sıfattır aslında. insanlar bazı şeylere iyi, bazı şeylere kötü derler. iyi olanlar yapılmalı, kötü olanlar yapılmamalıdır. sana daha fazla açıklama yapamam. yoksa sorumu kendim cevaplamış olurum. tekrar soruyorum: iyi olmak neden önemlidir?

avcı kendisini köşeye sıkışmış hissetti. mızrağına sarılıp avının kalbini sökebilirdi. ama bu durumda, onlarca savaşta yüzlerce oka göğüs germiş olan avcı, bir hayvanın sorularından kaçmış olmaz mıydı?
-çünkü erdemli davranışlar kendimi iyi hissetmemi sağlar.
-doğru, ama çok eksik. insan doğru olanı yapınca mutlu olur. doğru, bireyin kendisi için iyi olandır. acıkınca yemek yer ve mutlu oluruz. düşmandan kaçınca mutlu oluruz. böylece hayatta kalmayı başarırız.
-neden insan diyorsun kendine. sen insan değilsin. (bu söz, çaresizlikle yapılmış umutsuz bir karşı ataktan başka bir şey değildi)
-ben insanı varlığının farkında olan, ve hayvandan daha zeki olan canlı olarak algılıyorum. bu o kadar önemli değil. hala cevap vermedin, neden iyi olmak bireyin çıkarınadır?
-çünkü insanlar erdemli insanlara saygı gösterir. (öfkeyle, itirafta bulunurcasına çıkıvermişti ağzından bu sözler)
-nihayet!!! sonunda anlamaya başladın. erdemli, fedakar insanlara toplum saygı göstermeseydi insanlar yine erdemli, fedakar, yardımsever olmaya özen gösterirmiydi?
-sanmıyorum. (sesinde teslimiyet vardı. kendi zihinsel yaralarının mı, yoksa canavarın fiziki yaralarının mı daha çok acıttığını düşündü istem dışı olarak)
-peki bu durumda ne olurdu?
-erdem önemini kayıp etse mi? kaos olurdu, dünya yaşanmaz hale gelirdi herhalde.
-bu tek tek bireyler için de kötü olur muydu? (sesi yumuşamış, öğrencisine ders veren şefkatli bir öğretmen gibi omuştu)
-elbette. öldürülmemek, köle yapılmamak ya da en basitinden bir zorbadan dayak yememek için sürekli arkamı kollamak zorunda kalırdım. şimdi nispeten daha rahatım. çünkü beni koruyan toplumsal bir sözleşme var.
-ahlak yasaları!!
-evet, ahlak yasaları...
-peki neden ben bu yasalara uymuyorum?
-neden?
-iki ihtimal var:
1) bu yasaların önemini kavrayamayacak kadar aptalım, ki değilim;
2) bu yasaların korumasına muhtaç olmayacak kadar güçlüyüm. sizin yardımınıza muhtaç değilim, sizden bir şey almadım, ve bu sabaha kadar sizin bana zarar veremeyeceğinize inanıyordum.

avcının zihni birden aydınlandı. aklına gelen fikir o kadar heyecan vericiydi ki, ayakları tutmaz oldu. yakınındaki kayanın üzerine oturarak heyecanla sordu:
-bir insan da senin gibi ahlak yasalarından muaf olabilir mi?
-teorik olarak mümkün, pratik olarak imkansız.
-nasıl yani?
-eğer toplumdan hiçbir şey almazsan, onlara hiç bir şey vermek zorunda kalmazsın. eğer kimsenin yardımına muhtaç değilsen, kimseye yardım etmezsin. eğer aynısı sana yapılınca katlanabileceksen, ya da aynısının sana yapılma ihtimali yoksa herkese herşeyi yapabilirsin. dediğim gibi, teorik olarak mümkün pratikte imkansız. bu kadar güçlü olan ben bile bugün, acısız bir ölüm için sizin ahlakınıza muhtacım. ha, eğer ben toplumdan alabildiğimi alırım ama onlara birşey vermem. kimse de beni farketmez dersen; benden bin kat daha aşşağılık bir yaratık olursun. bu iki yüzlülüktür. ve bu iki yüzlülük için diğer insanlar tarafından cezalandırılmayı hakedersin.
-anladım (hayal kırıklığına uğramıştı). şu ana kadar bana, neden yaptıklarını yapmaman için bir sebeb olmadığını anlattın. ama hala neden yüzbinlerce insanı öldürdüğünü anlatmadın.
-bin yıl sonra da hatırlanmak için.
-bu önemli mi? bin yıl sonra sen hiçbirşeyin farkında olmayacaksın. sen bilmedikten sonra hatırlanmanın ne önemi var ki?
-ben, sadece etten, kemikten, bedensel hazlarımdan oluşmuyorum. daha doğrusu biz, bedenimiz değiliz
; bedenimizi kullanarak yaptıklarımızız. bedenimiz çürüyüp yok olabilir. ama yaptıklarımız hala ayakta ise, biz hala varız demektir. bin yıl sonra hala insanların kalbini korku doldurmaya yetiyorsa benim adım, ben hala varım demektir.
-neden iyi şeyler yapmaya çalışmıyorsun?
-haydaaaa, az önceki tartışmaya döndük gene. dedim ya, ben ahlak kurallarına muhtaç olmadığıma inanıyordum. yani ahlaktan bağımsızdım. bu durumda yaptıklarımın benim için iyi ve kötü olarak sınıflandırılması söz konusu olamazdı.
-benimle aynı sebeblerden öldürdüğünü söylemiştin. ben seni niye öldürmeye çalıştım. az önce bunun ahlak kuralları ile ilgili olduğuna karar vermedik mi?
-hem evet hem hayır. ahlak ile ilgili. ama sadece onunla ilgili değil. sen de benim gibi, bin yıl sonra bile hatırlanmak istiyorsun. ama bir farkla: insanlık için kendi hayatını riske atan, hatta bu uğurda canını veren kişi olarak.
-emin değilim, nereden biliyorsun?
-1) ben insanları kendilerinden daha iyi tanırım. yeteneklerimden birisi bu.
2) daha mantıklı açıklaman varsa tartışalım.

avcı tartışmak istemiyordu. karşısında duran canlı, gelmiş geçmiş en acımasız yaratık değil, aynı zamanda en bilge varlıktı da. onun her dediği doğruymuş gibi bir his kapladı içini. bu da onun yeteneklerinden birisi mi idi acaba.
-yaptıkların için pişman mısın?
-yanıldığım için pişmanım. ölmek istemiyorum ve hayatta kalmamı ancak sizin ahlakınız sağlayabilir şu an.
-seni öldürmezsem ne yaparsın? yine çocukları mı öldürürsün?
-hayır, o zaman sizin ahlakınıza borçlanmış olurum. ve ben borcuma sağdığımdır.
-nereden bileceğim?
-bilemezsin.
-git, seni serbest bırakıyorum. kendine yapılmasına katlanamayacağın şeyleri başkasına yapma demiştin. ben; hatalar yapsam, ve pişman olsam ikinci bir şansım olsun isterdim.
-bunu yapamazsın. ben çok kan döktüm.
-ölümün onları geri getirmeyecek.
-topluma borçlusun. beni öldürerek borcunu ödemelisin. kendi başına risk alamazsın.
-kuralların değişmez dogmalara dönüşmesi senden daha korkunç bir canavar doğururdu sanırım. git, sana inanıyorum.

canavarın gözleri doldu. insanları fazla küçümsemişti belki de. onların bu kadar yüce davranabileceklerini hayal edemezdi. acılarına rağmen doğruldu, bir kaç denemeden sonra havalandı ve gök yüzünde kayboldu.

#4765