adını ağzıma aldığımdan beri sürdüğüm simya.
galiba önceden de bir kere istemiştim bunu, ama olmamıştı. ad yokmuş demek ki eksikmiş yahut. bir odacıkta bulduğumdan dilimi pek bir hayıf halidir ismimim kilitler. yuvada dönen anahtardan daha iyisi olanaksızlığıydı kapıların, soyum aldırmadı ki. adının hep mühür kalsın ise bir parça senin damlan gerekiyor; simyada yeni bir formül.
sırrı tutmak içindir mühür. bektaşinin bıyığı kapatıyordur dudaklarını dediği için: "sırrımı aldım". benim alacağım sırrın hepsi bu olmalı, bir adım daha atarsam bilirim atlamakta bir parça güneş uçurumdan, mühürlensin diye parmak uçlarım da.
ve yosun kokusu değildi o an tek duyduğum demek ki mühürlenmeli burnum da, hatırlanacak tek şey kalsın diye.
şimdi ve burada mühürlüyorum sözlerimi, adını ağzımda tutmak için ve bana ait kalsın diye ağzım.

katafalkımın önünden geçerken aldım gözlerini, çıkınıma sakladım. saklandığım höyüklerin en koyusunda bir damar bulduğum vakit seni andım. ey benim gözlerimi alan zulam, bana bir çift söz etsen ne yazardım bu vakitler, ne anardım adını. arzu unutulur bir köhnelik olarak kalırdı ve senden, sonra boynundan emdiğim tuz boğazımda böyle düğümlenmezdi. verdiğin bütün şifreler aynı yolu izlese miydi?
ah kalantor bir bakış aradığım için düştüm şişelerdeki kendime, bilmedim vakitlerin nasıl da kurulduğunu incinen yerlerine.
kadınlığı başka öğrendim, seni bambaşka, dünyada sözüm kalmayacak kadar çok öldüm kadınlarda. işte benim mühürüm burada, böylece yakıla:
tek karşıcinsim sensin artık.

oy en afili papatyalarını derdim ki tirilyenin, sırf bir adım atıp bakıver diye uçurumumdan. böyle kilitledim sesimi, bir çığlıkta, mührüm budur.
bakarken bir de ellerine gördüm o derinlerdeki yarayı, sezdim ve aldım; alacağım için sesini. her rengi ayrı süzen ellerim değmediği içindir katıksız gülüyor daha o çocuklar. sokak araları hala serinse ondandır ve patladığında içimde bir lale soğanı, kötü şey gidiş, aldırma. ben nüksettim yaraya bir kez, ölsem taze kalacak o kanama.
ah gül; anladığın kadar olmak zora sokuyor beni, senden öteye varolmamak, mührümdür sırtımda çanım, taşıyacağım ve bildiğin ya da hiç bilmediğin gözlerinden ötürü. rahmimde tekrarlanan ve çalkalanan su, tekrarlanan sonra, ona küllerimden dökülen bir gölge vaad ettim, akla karayı seçtim bunu derken, bir de bilmezsin saçlarını ne çok sevdim, ellerimin uzanmadığı vakitler, kumrallığın gün oldu.

dilimi dişliyor en gizli yerlerimde bir bakire. kolaysa bana anlatasın o sırrı istiyor. bir arada kalmışlığın kalkanı düşüyor yüzüme, gölge; benim mührüm kelimelerin değil alnında gezinen büyüdür, o açık ve 80 günde değil bir ömür keşfedilesi alnında.
soluk alışlarında geziniyor kuvvetim, bir vakit olur da aynı somyaya uzanışlarım dile gelir diye. yüzde dört virgül altmış dört bir öpme oranı seninki, saklayamam da. ama bir dile gelse idi elimin değemediği tüm papatyacıklar.
biliyorum değmeyecek onca çiçek kokuna, ben onu yosunlar ve güneşle bir tutacağım mudanya sahillerinde, tek bir seni seveceğim.
...

ama;
insanlık ne savunma mekanizmaları geliştirmiş, ne algıda yamultmacıymış tanık oluyoruz.
mühür, hiç de romantik değildir:
mühür, devlettir, resmiyettir, vesikadır,
mühür, simyayla falan ilgili değildir, ağrı cezaevinde görüşmecinin koluna "terörist yakını" yazdırandır (2 yıl önce oldu bu)
mühür, mülkiyet izidir, sığıra vurulan damga, "inci dişli zenci kardeşim"in alnına konulan izdir.
mühür, lekedir, mutluluk için çıplak yaşaması gereken insanın ilk ve en berbat lekesidir, peygamberlerin mucizeleri gibidir.
ama insan aklı, kendisine en yabancı, kendisine en düşman şeyi bile alıyor da ne hallere sokuyor, zaten şairler ve soytarılar sayesinde çekilir hale geliyor dünya.