oda

üzerlerinde yarım kalmış notlar olan, kitaplardan dil çıkaran kağıtlar; eski tarih gazeteler, içindeki limon kafein çekmekten kararmış çay bardağı; bugün giyilmiş ve yarın da giyilir diye ortada bırakılmış giysiler... çok dağınık olmayan ama müdahale edilmezse geri dönüşü zor bir karmaşaya esir düşecek bir oda. benim odam kendi insiyatifime geçtiğinden beri bu ince çizgide durur. oysa annemin zamanında ultra düzenliydi. öyle ki dağıtmaya kıyamazdın. ve o düzen tüm enerjimi çekip alırdı. bir polikliniğin bekleme salonu gibi.

aldığım herşeyi geri yerine koymayarak ve elime geçenleri ortaya bırakarak yarattığım oda daha canlı. gerçi şunu da inkar edemem: yarın da giyerim diye bıraktığım giysiler genelde hava muhalefetine uygunsuz oluyor. dağınıklığın içinde evden çıkarken yanıma almam gerekenleri bulamıyorum. nihayet orkların çamurdan sıyrılıp vücut bulması gibi odadan çıktığımda biraz geç kalmış ve birşeyler unutmuş oluyorum. yine de şikayet edemem. cep telefonsuz, cüzdansız, anahtarsız günler eğlenceli ve öğretici olabiliyor.

çok şükür insanlıktan utandıracak bir pislik ve kargaşa ortamına düşmüyorum hiç. odamın dağınık olması da tamamen kendi kontrolümde ve isteyerek oluşturduğum bi durum değil. can sıkıntısı ve tembelliği inkar edemem. ya da öfkeli olduğum zamanlar kasıtlı dağıttığımı. ama sonra topluyorum. bir daha dağıtmak üzere. hiç dağımasın diye değil. toplayıp şöyle bir baktığımda hep bıyıklı görmeye alıştığım birinin bıyıksız halini görmüş gibi oluyorum.

'düzenli yavrumun temiz odası' tabelalarına yasak getirilmesini istiyorum. ameliyathane sterilliğinde ve renk-desen uyumlu odalar zavallı yavruların hücrelerini çekiyor. ne demiş reklamcılar: 'kirlenmek güzeldir.' dağılmak da güzeldir. karmaşa sanıldığı kadar kötü değildir. gündelik hayata canlılık katar. kalbe iyi gelir.