az önce "hayati bir kahkaha" atmama neden olan olayı yazıp birilerine aktarma isteği, önce aklıma daha önceden rastlamış olduğum ve tamina tarafından verilmiş olan bu ukteyi getirdi. daha sonra da beni yemek masasından kaldırıp önce lavaboya sonra da direkt olarak bilgisayarın başına yönlendirdi. doğrusu bundan daha iyi bir başlık bulabilir miydim bu yazıya, bilmiyorum.

hayli karamsar olduğum bir dönemdeyim. bardağın dolu tarafını görmüyorum; bardağı arıyorum. kimilerinin kıçıyla gülüp hayatından def edeceği bu dönem, hayatımın bana sunduğu kombinasyon problemleri arasında çözülmesi en zor olanlardan biri. karar veremiyorum. gidemiyorum, terk edemiyorum. terk edip geri dönmekten korkuyorum. geri dönüp bıraktıklarımı bulamamaktan korkuyorum. kafamı kaldırıp insanların yüzlerine bakamamaktan korkuyorum. ama uğraşıyorum; içinden geçmekte olduğum dönemi en çok kazanç ve en az kayıpla atlatmak için çabalıyorum. tüm bu çabalar arasında karnım da acıkıyor tabii. buzdolabını açıp iki dilim ekmeğin arasına bir şeyler koyup yiyorum ya da bir fincan hazır çorba yapıyorum ve devam ediyorum.

yaklaşık bir saat önce karnımın gurultusunu duyup çabalama eylemine bir ara verdim. buzdolabını açtım, dilimlenmiş ekmekleri gördüm (buzdolabına koyunca daha uzun ömürlü oluyorlar). çorbaların olduğu tarafa baktım, çorba kalmamıştı. alternatifsizlik canımı sıktı ve yemek yememeye karar verdim. tam buzdolabının kapağını kapatıyordum ki, kapağa dizilmiş yumurtalar gözüme çarptı. kaç senedir sahanda yumurta yemediğimi düşündüm; bir düşünce treninin ardından dört senedir yemediğimi fark ettim. zaten mevcut yumurtaları da ev arkadaşım almıştı. kararsızlığım bir anda kayboldu. duvarın dibindeki mutfak dolabının ücra bir köşesinde yıllardır bu anı beklemiş gibi duran yamulmuş sahanı çıkardım. biraz tereyağı, biraz salça, iki adet yumurta, biraz tuz ve kısık ateşte üç dakika... yumurtalar pişerken aklıma geldi: sahanda yumurta dilimlenmiş ekmekle yenemezdi. umutsuz ama çevik bir hareketle ekmekliğin kapağını açtım. şansım dönmeye mi başlamıştı ne! bir somun ekmek orada duruyordu. masaya bir el bezi koydum, üzerine de sahanı yerleştirdim. ekmekten bir parça koparıp yumurtaya batırdım ve parçayı ağzıma attım.

sonrası bir melodram: ekmeği çiğnerken kahkaha atmaya başladım. bu denli zevkli ve basit bir şeyin tadını kendime unutturduğum için küfrettim. ekmeği koparıp yumurtaya batırmanın inanılmaz zevkine her çiğneyişte vardım. böylesine büyük bir zevkin bu kadar kolay bir yapılış şeklinin olması ile kendime dert ettiğim karmaşanın, içinden çıkılamazmış gibi görünmesi arasındaki tezatlığı aklım almıyordu. "benim hayatım bu! istediğim gibi yaşarım. istediğim yolu seçerim ve seçimlerimin doğurduğu sonuçların hesabını kendimden başka kimseye verecek değilim." diye düşündüm. işte bu kadar basitti; tıpkı sahanda yumurta yapmak gibi. ve bıraktım hayat istediği gibi aksın... ben yumurtamın keyfini çıkardım. son lokmayı yutana kadar her ağız hareketim aptalca göründüğünden emin olduğum ama rahatlık dolu bir tebessümle desteklendi.

şu an evye yıkanmayı bekleyen birkaç parça bulaşıkla dolu. onları yıkamaya gitmeden önce söylemeliyim: bugün basitliğin içinde bir anlam yok; bugün anlam basitliğin ta kendisi!