evet hayat bir nebze duyguyla geçebiliyor. fazlasına ihtiyaç duymuyoruz. öptüğümüz ele tükürebiliyoruz ve bundan hiç gocunmuyoruz. her şeyi inkar edip yaşayabiliyoruz. kırıp döküp : '' kim kırdı? '' diyebiliyoruz. ya da : '' insanın doğası bu, bencillik, çıkara göre davranma doğal, hele böyle bir çağda! '' diyebiliyoruz. insanın doğası gerçekten ne? çevre, yetiştirilme, çağ bunların hepsi etkili. iyilik mi kötülük mü var insanın tükenmeyen bahanelerinin aracı doğasında?

sevdiğimizi rahat söylüyoruz; çünkü inkar edebiliriz. herkese yalan söylüyoruz, kendimiz en büyük payı alıyor bu yalanlardan. yüzlere gülüp arkasından her şeyi sayıyoruz. ilkeler ediniyoruz, ne işe yaracaksa bir şeylere inanmamazlık yapamayız. komunist oluyoruz, faşist oluyoruz olmadı anarşist, sırf bir ilkemiz olsun diye. benciliz, kimse bizden önce gelemiyor. bizden önce gelecek kadar sevemiyoruz. fedakarlıklar karşılıklı olursa oluyor. asla kül yutmuyoruz. bir de tutup bunlara '' akıllılık '' diyoruz. boş laflar gevelemek için felsefeyi ağzımızda şöyle bir evirip çevirip yuvarlıyor sonra çiğnemeden yutuyoruz. sokrates dersek belki bizi akıllı zannederler hesabıyla. aslında önemsemiyoruz, önemsiyor görünmemizin nedeni kendimizi önemsetmek. her şeyi biz biliyoruz, dünyanın en akıllısı, en bilinmeyecek kadar karışık, ağırbaşlı ve melankolik olanı biziz. dünyayı görüyoruz, yerin dibinde nasıl görebilirsek o kadar. iyiyiz ama kendimizi ezdirmeyiz. hata yaparsak bu toplumun suçu. iyi bir dost değiliz. kimsenin de olduğunu kabul etmeyiz, arkasında mutlaka bir çıkar vardır. aramızdaki farklı düşünenleri hemen yok ederiz.

bütün bunlar duygusuzluktan. nereye gideceğini bildiğini sanmaktan. biz duygusuz bir çağın çocuklarıyız sadece.