o kadar çok uğraşıyoruz ki... anne rahminde yumurtalığa ulaşan ilk sperm olmanın getirdiği kibir öylesine sinmiş ki her yanımıza her şeye sahip olmak istiyoruz, muhtaç olalım veya olmayalım farketmiyor, "yalnızca benim olsun." düşüncesiyle hareket ediyor ve aynı emelde olanlara muhakkak bir nefret besliyoruz.

daha çocukken gösteriyor karanlık yüzünü; bir çocuk kendi oyuncakları ne kadar güzel ve parlak olursa olsun annesine mutlaka arkadaşının oyuncağını över. zira ona sahip değildir. içimiz hep böyle hasetle dolu değil mi sanki? sahip olmak isteyipte erişemediğimiz oyuncakların hıncıyla saldırıyoruz hayata, tırmalıyoruz.

anlatmaya çalıştığım şey anarşist bir klişe değil, sadece bu kadar hırsın nasıl olupta insanı ateşe vermediğini merak ediyorum. insan içinde taşıdığı bu hırs yüzünden alev almalı!

daha güzel bir oyuncak, daha güzel kadın, daha güzel ev, daha güzel araba, daha güzel her şey. güzel kavramını kendisi yaratıp bir üst basamağa tırmanmaya çalışmak acz değil de nedir? öylesi bir kibir içerisindeyiz ki bu acziyeti en ufak bir şekilde bile hissetsek sesimizi yükseltiyoruz daima. zira içimizdeki "kaybetme" korkusu artık bir tutkuya dönüşmüş durumda. kaybetmenin sesinin bastırmak için daha yüksek sesle, daha kendinden emin, daha hırslı konuşuyoruz. " öyle çok konuşuyoruz ki kelimelerimizden taşıyor evren ve biz sinirlenip daha çok daha çok konuşuyoruz ve aslında hiçbir şey söylemiyoruz. "

toprağı arşınlamak, acıktığında avlanmak ve üşüdüğünde doğanın koynuna girmek. işte her insanoğlunun en köhne tutkuları bunlar. sığındığı toprağı çitle çevirip oraya başkasını almamak ancak şeytanın aklına gelirdi. belki de bu yüzden sürekli korkutulduğumuz şeytan soyut bir varlık olmaktan çıkmış ve sahihleşmiştir.

bu hırsı sevmiyorum, zira yoğun bir şiddet barındırıyor. bu hırs ölümlere gebe.

ve rabbim hepimiz sonsuza dek yaşamalıyız.
tümünü göster