geçenlerde sanselize caddesinin anadolu yakası versiyonu olan bir caddeye yakın bir yerde fonda swing namleriyle beraber üç kafadar oturup içiyorduk. gerçi ben ve diğer bir elaman gerçek anlamda içiyorduk diğeri ise bol kremali bol sekerli neskafe iciyordu.

ben fransiz kaldiğimdan bunun nişanesi olarak olarak kırmızı şarap höpürtüyor içme eylemini icra eden ahbap ise john lee hooker'in one bourbon one scotch one beer öğretisiyle hakkıyla icmeyi yapiyordu. gerci bizim hakkıyla içen arkadas bu ögretiye bourbon ve scotch 3 buz koyuyarak kendi yorumunu katiyordu ama kaç buzla içileceği dair yazili bir kaynak mafiş oldugundan dolayi john lee hooker'in ögretisini layikiyla icra ettiğini söyleyebiliriz.

derden tepeden konusurken hububat fiyatlarindan, aragonesten, tugay kerimoğlundan, son zamanlarda ortaya cikan fötr giyme modasindan, sirkeciden, cengiz kurtoğlundan, erkin koray muzisyen değilde memur olsa neler olabilceğinden, seksenlerde cok acayipti lanciliktan dolanirken birden konu hayattan acildi.

gerci biz konusurken istemeden temas ediyorduk hayata. ama kacamak. sanki biri ciz çek elini diyecekmiş gibi.

hayattan bahsederken konu yanliş kullanilan kelimelere geldi.

mesela özgüven kelimesi. etrafinizda hep özgüvenini kaybettiğini söyleyen insanlar olmuştur. siz de arada sirada özgüveninizi kaybettiğinizi düsünmüşünüzdür. bu da agriniza gittiğinden dolayi daha yırtıcı olmusunuzdur. bu suretle yasamaya sıkı sıkı tutunmusunuzdur.

bakın tdk bu husus hakkında ne diyor;

'bir görüşmede görüşmecinin araştırmayı sunarken ve sürdürürken kendine duyması gereken güven.
bsts / yöntembilim terimleri sözlüğü özgüven köken: t.

cinsiyet: erkek
kendine güvenen kimse.

kişi adları sözlüğüözgüven

artvin ili, sarıgöl bucağına bağlı bir yerleşim birimi.'

ne kadar afaki bilgiler. ne kadar da subjektif cok sey söylerken hiç bir şey söylemeyen kelamlar değil mi? hatta ne kadar da antifeminist değil mi? bunu söylerken tribunlere oynamiyorum ama bir dişi kendine özgüveni olmaz mi? yoksa yok mu? yoksa olmasimi istenmiyor? benim pek muhterem ilmi kaynak olarak kullanilan imla sözlüğüm. imlanız cok iyi ama iceriğiniz sifir. oturunuz velinizi bana cağirin sizin durumununuzun bir hasb-i alini yapacağiz.

simdi bu tanımlamalari ciddi ciddi temel alanlar da var ki onların durumu daha hazindir. zaten onlar istemeden bambaska bir alemde virane olarak kalacaklardir.

ya beni öldür ya beni güldür bile diyemeyceklerdir. bir oymuş bir buymuş derken bir hayale döneceklerdir.

sanki hiç var olmamış gibi. sanki sirca sarayinda yasayan ama siktiri boktan cakil taşi ile sarayi basina geçen ve ellerim bomboş namelerini burunlarini ceke ceke söyleceklerdir. çünkü mevsim kiş disarsi cok fena ayaza kesmiş bulunmakta. kişi bir dakikada nezle olabilir hatta zaturre bile olabilir.

demirellik yapmayayim.

peki nedir özgüven sorusunun cevabini bulmaya gayret edeyim. bulamazsam hayret etmeyiniz. bunun cevabini bir çok kişi sordu ama cevaplari alamadi. kimileri sacma sepelek cevaplari bir hakikatmiş gibi kabul etti.

evet özgüven nedir?

özgüven, yasama güdüsüdür. hiç olmazsa bir gün feraha ereceğini ummaktir. varolan sartlari iyileştirmek v8 motordan daha mukkemmel tasarlanmiş vucudu -sermayesi bir adet portakal- sürüklemektir.

hiç bir sebebe gerek yoktur. sadece yasamak var olan sablonda nasibini alabilmektir.

godot yu beklemektir.

birşey yapabilmektir.

ummaktir. umutsuz da olsa ummaktir.

kişiye göre değişir demek istemiyorum. bu ucuzluk olur. ucuz etin yahnisi ise bildiğiniz gibi cok boktan olur. hele ki tezekte pişiriyorsa ve tencerenin kapaği yoksa etin tadi tezek gibi olur.

dilim döndüğünce izahatini verdim.

bu baslık nerden cikti sorusuna ise ne bileyim derim. belki bir kitaptan aklımda kalan tümce derim.

hadi bakalım yazimizi cahit sıtkı tarancı şiiri ile bitirelim;

mektup alırsın, her taraf gül gülistan;
derken cenaze geçer, her taraf zindan.
mümkün olsa da insan, her zaman gülebilse;
olmasa her neşenin sonunda hüzün.
acısı da, tatlısı da ömrümüzün,
çok pahalıya oturur üstümüze.