üzerine sayfalarca yazı yazabilecek kadar çok gözlem yapabileceğimiz, hayatımızın her anında tanık olabileceğimiz bir durum bu. dilencilerden tutun "kimsenin anlamadığı sorunları" olan emolara kadar pek çok insanın kullandığı bir yöntem. hatta bir nevi muhabbet aracı. mesela bir tanıdığım var. (bakın, arkadaş bile demiyorum; tanıdık diyorum.) bir senedir msn'de her rastlaştığımızda ailesinin sorunlarından, iş hayatındaki başarısızlıklarından, acizliklerinden, yaşamak istemeyişinden ve depresyonda oluşundan bahsediyor. artık 'he gülüm' diyorum geçiyorum ama ne yalan söyleyeyim, başlarda çok üzülüyordum. "ne yapsam, ne etsem de yardım etsem şu kızcağıza?" diye düşünüyordum. bir sürü çözüm önerisi sunmaya çalıştım, arkadaşlarımın tavsiye ettiği psikiyatristlerin numaralarını verdim; hatta daha da ileri gidip kendi numaramı verdim. elimden geldiğince yardım edebileceğimi anlattım, zaman zaman aradım konuştum rahatlaması için, ama o hiç aramayınca dedim ki herhalde halletmiş sorunlarını. birkaç hafta sonra tekrar konuştuğumuzda hala aynı sorunları sanki dün başına gelmiş gibi anlattığını ve çözüm önerilerimi zerre kaale almadığını görünce, sorunlarını benimle 'paylaşmak'tan ziyade sadece alışkanlıktan ileri gelen bir 'acı reklamı' yaptığını fark ettim. o zamandan beridir de acılarının reklamlarını yapanları çok rahat fark eder ve onlara iğrenmeyle karışık bir acıma duygusuyla bakar oldum. lakin bu, beni yazı yazmaya itecek kadar etkileyen bir olay değil, sadece 'bu da böyle bir anımdır' tarzındaki bir girizgahtı. gelelim beynimden kıvılcımlar fırlatarak şalterlerimi attıran olaya.

2 aralık 2008 günü amcam vefat etti. haberi okulda derse girmek üzereyken babamdan gelen bir kısa mesajla öğrendim: "mine, ali amcan da öldü. sıra bende." bir an için durdum. sağa sola baktım. (canım sıkılınca hep böyle yaparım.) "kısa ve öz. bir ölüm haberi daha güzel verilemezdi. bana bilmediğim şeyleri anlat baba." diye düşündüğümü çok net hatırlıyorum. açıkçası, kendisini en son dört yaşımdayken gördüğüm için amcamın ölümü dünyaları başıma yıktı diyemem. sadece kendisine allah'tan rahmet, sevenlerine de baş sağlığı dileyebilirim. nitekim öyle de yaptım. önce babamı, daha sonra da yengemi aradım ve görevimi başarıyla ifa ettim. eve geldiğimde annem facebook'ta bir şeylere bakıyordu. geldiğimi duyunca hoşgeldin bile demeden "koş koş! gel de bak onur abin ne kadar üzülmüş babasının ölümüne." diyerek beni yanına çağırdı. şaşırarak ekrana yaklaştım. onur abimin facebook aracılığıyla bir intihar mektubu yayınladığını düşünmüştüm. gördüğüm şey inanın bana bundan daha dehşet vericiydi. onur abim, babasının öldüğü gün, facebook'taki profil resmini kaldırıp yerine düz siyah bir fon koymuş, iletisine de "bugün babacığımın tatil günüydü. eğer burada olsaydı bir 35'lik devirirdi." yazmıştı. evet, kuzenim acısından vakit bulduğu ilk anda bilgisayarını açmış, facebook'a girmiş ve birkaç el hareketiyle acısını ilkokul arkadaşlarıyla 'paylaşmıştı'. ağzım açık ekrana bakakaldım. annem de şaşırdı. şüphesiz üzüleceğimi düşünmüştü ama sanırım böyle bir tepki beklemiyordu. bir şey söylemeden odama çekildim ve kısa bir süre için, kuzenimin yaptığı bu hareketi annemin bir paylaşım olarak görmesi, facebook aracılığıyla gelen bir 'başın sağolsun' mesajının teselli gücü ve bir yakınımın ölmesi durumunda vereceğim tepkiler üzerine düşündüm.

elbette, sevilen bir kimsenin ölümü insanın mantıklı düşünme becerisini bir süre için sekteye uğratacaktır. ancak bu denli sekteye uğraması da bana biraz tuhaf geldi doğrusu. böyle bir durum başıma geldiği takdirde ne gibi kendini bilmezlikler yapacağımı bilmiyorum ama yapmayacağım şeyler arasında başıma gelen şeyi msn iletim aracılığıyla millete duyurmak olduğunu biliyorum. büyük ihtimalle, böyle bir durumu yanımda olmalarını istediğim birkaç dostuma anlatırım. onların, kuru bir 'başın sağolsun' mesajı atmaktan fazlasını yapacaklarından, acımı gerçek anlamda 'paylaşacaklarından' ve 'acımın reklamını' yaptığımı düşünmeyeceklerinden emin olduğum için yaparım bunu.

siz yapmazsınız bilirim, ama olur da kazara mesaj lambamı 'başın sağolsun' diyerek yakma gafletinde bulunursunuz diye söylüyorum: gerçek acılarım, annemin bile göremeyeceği kadar derinlere sakladıklarımdır. gerisi de toz kadar önemli değildir.
_____________________

belki ben meramımı anlatamamış olabilirim diye anlatabildiğinden emin olduğum birinden yardım alıyorum.
dostoyevski, ölüler evinden anılar isimli kitabında, bir mahpustan bahsederken şunları yazar: "neşeliydi ve sık sık gülerdi. belki yanılıyorum, ama herhangi bir kimse hakkında, yalnızca gülüşüne bakarak hüküm vermek kabildir bence; onun için hiç tanımadığımız birinin gülüşü daha ilk karşılaşmanızda hoşunuza giderse, karşınızdakinin iyi bir adam olduğundan tereddüt etmeyiniz. ihtiyar, bütün hapishanede herkesin saygısını kazanmıştı, lakin bununla övünmezdi. mahpuslar onu "dede" diye çağırırlardı ve asla incitmezlerdi. aynı mezhepten olanlar üzerindeki etkisini bir ölçüde anlayabiliyordum ama sürgün hayatına karşı görünüşte gösterdiği metanete rağmen, içinde herkesten saklamak istediği metanetsiz bir kederin varlığı belliydi. koğuşlarımız aynıydı. bir gece saat üçe doğru, rastlantı sonucu uyandığım zaman hafif, boğuk bir ağlama duydum. ihtiyar, ocak peykesine oturmuş, el yazması bir kitaba bakarak dua ediyordu. ağlıyordu da, kesik kesik söylediği, 'tanrım, şu zavallı kulundan yardımını esirgeme! bana dayanacak kuvvet ver tanrım! yavrularım, sevgili çocuklarım, göremeyeceğim sizi artık!' sözlerini duydum."
tümünü göster