yirmi kişilik oturma kapasitesi bulunan kocaman bir bekleme salonunda oturmayı başarabilenlerin arasına girebilecek kadar şanslı, üç dakika boyunca sırtında beş kiloluk çantayla koşup, yine de bir saniyeyle 8.15 vapurunu kaçıracak kadar şanssız biriydi. 9.00'da başlayacak olan bir sınavı vardı ama yapacak bir şeyi yoktu. uyumakla teleportasyonu gerçekleştirip tarihe geçmek arasında gidip geldi bir an ve karar verdi: gözlerini yakan uykusuzluğun bir kısmından kurtulacaktı. gözlerini kapattı, kapattığı anda uyudu.

-pardon, geçebilir miyim?

bir gözünü araladı. ütülü ekose pantolonun paçalarının altından çıkan sivri ayakkabı burunlarını gördü. tiksindi. "plaza kadınları... bakalım makyajını nasıl yapmış bu salak?" diye düşünerek kafasını kaldırdı. beklediği gibi bir yüz gördü.

-pardon, geçebilir miyim?

kadın kendine duyduğu güveni ifade etmek ve yaptırım gücü katmak için sesini yükseltmişti. o ise başta bu soruyu normal karşılamış ama ikinci duyuşunda sinirlenmişti. şehir insanlarını, durmadan sabırsızca sağa sola koşuşturarak çalışıp, bu uğurda birbirinin üzerine basan karıncalara benzetirdi ve hayatı boyunca binlerce karıncayı öldürdüğü için hiç üzüntü duymamıştı. ayağının altına giren karınca, ölümünü kendi seçmiş demekti. ve şimdi bu kadın da onun ayağının altına girmeye çalışıyordu. ne cüret! mango'dan giyinebiliyor oluşu ona bu hakkı tanıyor mu zannediyordu acaba? "zaten dopdolu bir bekleme salonundayız. ne yapmaya önlere ilerlemeye çalışıyorsun ki şimdi sen? benim gibi daha bir sürü insanı rahatsız edeceksin cefa çekmek pahasına da olsa giydiğin o iğrenç ayakkabılarınla ayakta duramadığın ve yumuşak kıçını rahat ettirmek istediğin için. kim bilir kaç kez daha 'pardon, geçebilir miyim?' diye soracaksın insanlara. sen ve senin gibilere sinir oluyorum zaten. anlamsız. hayır efendim! geçemezsin!" diye düşünerek kadının gözlerinin içine baktı ve gülümsedi.

-hayır, geçemezsiniz.

kadın tam geçmek için hamle yapıyordu ki durakladı. yanlış mı duymuştu acaba. karşısında duran tuhaf giyimli, tuhaf görünüşlü kız tıpkı 'tabii, buyurun geçin.' dermiş gibi bir tebessümle 'hayır, geçemezsiniz.' demişti.

-n... nasıl yani? bana neyi yapıp neyi yapmayacağımı söyleyebileceğinizi mi sanıyorsunuz?

kız kendi kendine şaşırdı. "ne yaptım ben!?" diye düşündü. düşündüklerinin tam tersini yapmaya alışmıştı. hiç kendi olamamıştı; hiç istediklerini söyleyememiş, söylemeye çalıştığında başkaları tarafından susturulmuş ya da yanlış anlaşılmıştı. ama bir anda uçarmışçasına hafif hissetti. hayatı gözlerinin önünden film şeridi gibi geçmeye başladı. dilinin ucuna kadar gelip de söyleyemediği cümleler yüzünden kendini yiyip bitirişleri, keşke bunu da söyleseydim, bunu da yapsaydım deyişleri... adım atmıştı. dev bir adım, o gün, o 'tuhaf giyimli, tuhaf görünüşlü kız' tarafından atılmıştı; düşündüğü bir şeyi uygulama fırsatı geçmişti eline. bunun uyku sersemi olmasından kaynaklanan bir anlık dalgınlık nedeniyle gerçekleşmesi önem taşımıyordu. zincirler kırılmıştı bir kere.

-sorduğunuz soru, size ne yapıp ne yapmayacağınızı söyleme hakkını bana tanıdı. ben de söyledim.

kadın ağzını açacak oldu ama o cümlesine devam ediyordu. suskunluk bozulmuştu.

-ama nedense kalıplaşmış, hiçbir anlam taşımayan kibarlıklardan farklı şeylerle karşılaştığı zaman insanlar şaşırıyor. maskelerle yaşamaya alıştınız, beni de alıştırmaya çalışıyorsunuz. kibarlık maskemi takmıyor oluşum sizi bu kadar şaşırttı demek! gerçek yüzler ne kadar da şaşırtıcı olabiliyormuş, bakın! etrafımızı saran şu insanlara bakın lütfen fondöten maskeli bayan. hepsi aslında kulaklarını dikmiş bizi dinliyor ancak umursamaz görünmeye o kadar alışmışlar ki iki saniyeden fazla bakmaya utanıyorlar. halbuki bakmalılar bize. yapmayı istedikleri bu; o halde durmamalılar. konuşmalılar. düşüncelerini, akıllarının aldığı ve doğruluğuna tüm kalpleriyle inandıkları gerçekleri söylemeliler bize. birilerinin sırtlarındaki mandalı çevirmesine izin vermemeliler artık. kapana kısıldıklarının farkında değiller anlıyor musunuz? siz de farkında değilsiniz. hiçbir şeyin farkında değilsiniz ve farkına varmak için de hiçbir şey yapmıyorsunuz. kısılmışlığın verdiği acıyı öyle özümsemişsiniz ki can çekişmek size hayatın sunduğu küçük bir hazmış gibi geliyor. insanların sorularınıza beklediğiniz hatta daha da kötüsü, alıştığınız yanıtları vermesini bekliyorsunuz. bugüne kadar ben de öyle yaptım. siz istediniz, ben verdim; ama kendimden verdim. aranızda olduğum için, sizinle olduğum için, maskelerinizi görmek zorunda olduğum için, maske takmak zorunda olduğum için ve delirmemek için tek seçeneğimin istediklerinizi yapmak olduğunu düşündüm. ama bugün, burada tükendim ve yanıldığımı anladım.

-ya, onu bunu boş verin de ben geçebilir miyim artık?

-bugün, burada tükendim ve yanıldığımı anladım diyorum. tükeniş, yükselişi de beraberinde getirdi ve iğrenç insanlar olduğunuzu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim artık. şimdi buyurun, geçin. iskeleye bir an önce varmak için girdiğiniz yarışa dahil olmamayı seçiyorum ki siz kazanabilin. tek amacınıza ulaşabilin; iş yerine bir an önce varabilin. size son kez istediğinizi veriyorum ve yolunuzdan çekiliyorum. hayatta kazanabileceğiniz tek yarışı kazanmanıza izin veriyorum. buyurun, geçin!

-pardon, geçebilir miyim?

bir gözünü araladı. ütülü ekose pantolonun paçalarının altından çıkan sivri ayakkabı burunlarını gördü...
midesi bulandı. oturduğu yerden kalktı, kadının fondötenli yüzüne on saniye kadar baktı. başı döndü. kusmak için eğildi, tekrar o ayakkabıları gördü, kusamadı. kadının yüzüne biraz daha baktı. "sikerim sınavını da iskelesini de vapurunu da." dedi ve koşmaya başladı. farkına varışın basamaklarını koşarak çıkmaya başladı.