tozlu rafların arka taraflarında saklanmış olarak değil de, eskiden okuduğum romanlarımın olduğu dolapta gözüme çarptı deri kaplı, hoş kokulu bi defter. benim odamda. ilk sayfaya baktım 1975 yılının kasım ayı tarih düşülmüş. ayıp bişey gördüğünü düşünen küçük bi çocuğun heyecanı ve merakıyla kapattım kapağı. babamdan bunu okumak için müsaade istemek için odasına gittiğimde, o uyuyordu. ben de ertesi güne kadar bekledim, gidip tekrar yerine koydum bu eski günlüğü.

böyle mi yapmam gerekirdi. o sararmış sayfaların kokusunu duyduktan sonra hem de. attım kendimi 75 yılına hemen. sanki babamın uyuduğuna sevinmiştim bile. çok konuşan, gülen ya da kendinden bahseden biri değildi. işe gelip giden, bazen; şımardığım zamanlar, güreş tuttuğumuz, beni sevdiğini düşündüğüm halde hastalandığımda, zerre umursamayan, hastanede yattığım günlerde yanıma bile gelmeyişini hep bi şekilde yorumlamaya çalıştığım bi insandı. değişkendi.

kendime dair bişeyler bulma umuduyla okuduğumu, mesela ben doğunca ne hissettiği ya da benle oynadığı oyunları vs bi solukta bitirip kendime hayret ettiğim sırada anladım. 85 yılında, abimin doğumuyla birlikte bitmişti. babam hakkında bilmediğim bi yönünü de göremedim hiç. duygusal oluşu, için için bildiğim bişey olduğundan, şaşırtmamıştı. defterini de kendisi gibi kapalı tutmuştu. birinin okuyacağı bilinerek yazılmış olduğu anlaşılıyordu zaten. bu defter beni ne çok sevdiğinin kanıtı olabilirdi belki ama, ben yetişememiştim.

günlükler, yalancı mı çıktı? ben günlüğüme, onu ne çok sevdiğimi yazarak başlamıştım.