okumaya dostoyevski'den başlamış birinin, kitaplarla arasının iyi olmamasını anlamakta kim güçlük çeker? onunla tanışınca, onun gibi anlatabilmek için bütün bir ömür kendimi paralamaya karar vermiştim, yaş onyedi. yaklaşık on yıl sonra, hayır kıçına bile yaklaşamadım, yaklaşanı da göremedim, ama "raskolnikov'u bulup sorsak acaba suç ve ceza için ne derdi?" diye sorup gülümsemekle yetiniyorum "anlatmak" denilince. ve ekliyorum; "tabi öyle biri yaşadıysa..."

bir şey hakkında ne kadar az şey bilirseniz, o kadar iyi anlatabilirsiniz. iyi anlatmak yoktur, iyi uydurmak vardır diyelim. tutunamayanlar'ı edebi açıdan büyük bir hayranlıkla karşılamış biri olarak, yarısını geçtiğim şu günlerde fazlasıyla "eksik" bulmaya başladım. biliyorum, en azından bir kez daha okunması gerekecek bir kitap, ama hayır, ben onu demiyorum. ben diyorum ki bence oğuz atay, selim'i çok yakından tanımamış. anlatılanlardan çok şey çıkarabilmemiz bu yüzden. selim de tıpkı raskolnikov gibi kurban seçilmiş ve onun üzerinden o'nun dışında bir ton şey anlatılıyor. kitapta selim dahil herkesten biraz var, benden, senden, onlardan... ama biz kitabın kahramanlarından değiliz, bu yüzden bize haksızlık edilmiş olmuyor. selim'e haksızlık edilmiş. intihar ettiğine pişman olduğunu hiç sanmıyorum, "tabi öyle biri öldüyse..."