öyle bir gece ki tüm saflar yer değiştirebilir. yola çıkmayan bir mesaj, ya da yolunu şaşırmış bir mesaj...dostlar ayağa, düşmanlar başa, tek bir tebessüme bakar her şey. iki nokta ve bir parantezden de oluşsa. mümkün müydü bir tabak çorba bir sessiz muhabbetten daha evla olsun. olmadık düşünceler aklıma üşüşsün. hayatın tüm sırrını çözmüş oluvereyim bir anda? mümkün. hastayken herşey mümkün.

hastane önündeki incir ağaçlarının dallarından, ilaç kokuları tüten pencerelerin ardına sarkan başım, dokuzuncu hariciye koğuşu'nu yeniden hatırlamaya muhtaç kalışım. seni beklediğim kadar, ne hasta bekler sabahı 'nın altında yatan koca bir metaforu anlayışım. doktorların da çaresiz kaldığı anları gayet iyi bildiğimden, çaresiz dertlerin yürek yaralarından çok daha gerçek şeyler olduğunu hatırlayışım. geçmeyen ağrı, çaresiz hastalık, nedensiz nedenler bunlara mukabil kahrolası bir palyatif yaklaşım(!) geçip gitmesiyle böyle kafiyeli kalışım.

hastayım, şiir gibiyim. her okuyan farklı anlasın. hastayım, hassaslaşmak ve naz yapmak dayandığım ağrının semeresi. kimse kızmasın, kızamasın. kırarım, kırıp dökmediğim ne varsa! anneciğimin ılık eli alnımda değilse ve normal zamanlarda nefret ettiğim o unlu çorbası şifa niyetine akmıyorsa boğazımdan, bu güçsüz halim her türlü isyana kalkışabilir.

geçti, neyseki geçti. hasta sabaha kavuştu. üstünden başında kan, irin damlayan korkunç canavar; hastalık ancak gecede saklanabilir çünkü. güneş doğunca ben de onunla doğdum. kaybettiğim eşeği bulmuş köylü olarak kaybedince değerini anladığım şeyi doya doya içime çektim. esenlikle ciğerlere doldurulan bir nefescik.

oysaki sabahı beklediğim o gece kendi nefesim kulağıma cehennemden geliyordu. tam uykuya geçecekken, boğuk bir uğultu duyuyor; gittikçe yaklaşan ve temposunu arttıran bu ses yüzünden kalbim çarparak sıçrıyordum huzursuz uykumdan. beş dakikalarla geçti zaman. üçü beşe geçtiğine sevindim. yediye kaç kaldığını hesaplarken bir beş dakika daha geçti. bazen bir dakika sonra baktım saate bazen yirmi iki dakika. ağrı lütfedip elini çektiğinde üzerimden, kardeşi kabusu vekil bıraktı. bir saati de onunla geçrdim. pilili etek giymiş bir kadının ayakta bebek emzirdiği bir otobüs, çölü andıran bir yerde son sürat ilerliyordu. islak saçlarımı elleyip elimi cama yapıştırınca kandan beş parmak manzarasını gördüm. tam kusacakken bebek annesinin memesini bırakıp ezan okumaya başladı. bebeğin sesi gittikçe kalınlaştı, çatallaştı ve uzaklardan huzur üfleyen bir çağrıyı dönüştü.ezan sabahı getirmişti. hastalık gitmeliydi. hep böyle olagelmişti. yine olacaktı. seher vakti kuş cıvıltılarına binip parça parça taşındı bedenimden. beni tadı hiçbir zevkin yerini tutmayacak bir bebek uykusuna bıraktı.

devrik cümlelerim toparlandı. geçti. geçip giderken bıraktığı o taze hava beni bir süre götürür. şimdi ekimin olanca sarılığı içinde börtü böcek ve terki diyara hazır çiçek yeşil gözüme gözüme giriyor. kolum, bacağım, gözüm, kulağım, parmağım hasılı sağlığım benimleyse... yaşamak güzel!

dedim ya öyle bir gece ki, tüm sırları silip aynayı cam yapar.