korkarak yaşanmaz. (bir kenarda dursun lütfen.)

yakın zamanda okuduğum bir ismet özel kitabında*(*çenebaz) üstat birçok çılgın cümlenin arasında şunları sarfediyordu (cümeler tarafımdan özetlenip, değiştirilmiştir): ''insanlar belli bir zaman yaşadıktan sonra bir kırılma noktasına gelirler. bu kırılma noktasında bir tercih yapmalıdırlar. dünyadan istifade etmek ya da dünyayı tanımak...dünyadan istifade etmeyi seçen her şeyi oluruna bırakarak yaşar. dün dündür, bugün bugündür. dünyayı tanımayı seçen ise iyi ve kötü arasında ayrım yapmak zorundadır. bu tercihlerin önemli olduğuna inanarak yaşar.''

bu bir bakış açısıdır. dünyayı tanımak isteyen insan hem cesur olmalıdır -keşfetme ihtiyacından dolayı- hem de tercihlerin sonucunu önemsediğinden korkak olmalı ki dikkatini muhafaza edebilsin. biraz beyin jimnastiği için sufiler vs. bektaşiler (fıkralara konu olanları)

daha başa dönersek; korkunun kaynağını bulma açısından, hayat ve yaşam arasındaki ayrımı hatırlamalıyız. hayat verilmiş bir nimettir. insanın varlığını kanıtladığı alandır. yaşam ise varlığını işlevselleştirdiği formdur. yani `herkesin her zaman bir hayatı vardır ama her zaman yaşamıyordur`. bu noktada yukarıdaki -tanımak ve yaşamak- tercihlerini yeniden değerlendirebiliriz belki.

tanrı bize kendisinden korkmamızı emrederken, bizi dünya korkularından emin kılar. yani onun gazabından korkmak birinci korkumuz olursa dünya korkuları -yukarıdaki yazılarda fazlaca değinilen- ikinci plana atılır. yaratıcını paradokslarından biri, korkarak cesurlaş.

bunu başarabilmek mümkün müdür? fenafillaha erişmeden zor gözüküyor bana. hayat yaşanırken maddi korkularla yüzleşmemek imkansız. ölüm korkusu, kaybetme korkusu, acı çekme korkusu...korkusu da korkusu. hayattan tümüyle istifade ederken bu korkulara bulaşmamak imkansız. hayatı doyasıya yaşama isteğinin insanı korku müptelası yapması kaçınılmaz.

bu noktada ikinci tercih devreye sokmak gerekiyor. dünya nimetlerini çok iplemezseniz onları kaybetmekten korkmazsınız. bu şekilde vazgeçerek ve feragat ederek insanlık bilincine erişme basamaklarında adım adım yükselirken kendine daha tekin korkular edinebilir insan. kalp kırmaktan, günah işlemekten çekinmek...vs. yaşamı ikinci plana atıp, insanlığını tanır. peki nimetlerden yoksun hayat ne kadar yaşanasıdır? bunu başarabilmeyi bırakın samimi olarak istemek mümkün müdür? tasavvufa ateşine kanat çarptıran 'modern' pervanelerle birçoğumuz karşılaşmıştır, belki aynada bile. vazgeçişlerine de şahit olmuşuzdur ya da rölantiye almalarına. o halde bütünüyle yaşamdan vazgeçmek mümkün değil. gerekli de değildir. çünkü biz böyle bir fıtrat üzere yaratıldık.

sadede gelirsek korku müptelası olmamak için birinci ve ikinci tercihler dengeli ve sıralı yaşanmalı. ne birinden ne öbüründen vazgeçmeli. yaşarken sahip olduğumuz somut korkuları, hayatı tanıma moduna geçerek soyutlaştırıp elimine edebiliriz. hayatı tanıma modunda rafine ettiğimiz nimetleri, birinci modda doyasıya yaşabiliriz. yeter ki gözümüz tok olsun. bir-iki-bir-iki, korkarak yaşanmaz, korkmadan yaşanmaz.
ha, bu şekilde ortaya kısır bir döngü çıkar diyebilirsiniz. hayatın bir çizgi olduğuna inanan kim ki!
tümünü göster