tolstoy'un dev eseri. dostoyevski'nin sanırdınız değil mi? değilmiş ama. müthiş tespit insanı sönmez karakurt, penguen adlı mizah (ki ayrı bir konudur bu) dergisinin son sayısında yer alan köşesinde böyle buyuruyor. yolda vakit geçsin diye ve uykusuz'u okumuş olduğum için mecburen aldığım penguen'de, ne yazık ki köşesini okumak zorunda kalınca, sönmez karakurt dibe vurdu gözümde.

hayatta kimsenin aklına gelmeyeceğini sandığı, oysa kimsenin üzerine düşünmediği; üzerine düşünnmekle kalmayıp hakkında bir şeyler karalamanın veya çizmenin, daha ileri gidip yaşamını devam ettirmek için gerekli parayı bu 'çizme' işi ile kazanmanın saçmalığını fark edememiş zavallı bir insan olan sönmez karakurt bakın son köşesinde nasıl ters köşe oldu:

'mal gelmiş mal gider' bir tip çiziktirmiş. kanepede şortuyla yatıp türlü düşler kuran sıradan bir erkek. bir şeyleri eksik yapmış olmanın endişesiyle yaşamış bir ömür. okunması gereken kitapları okumadığını; az gezdiğini, az gördüğünü, hülasa eksik yaşadığını düşünenlerden. ki herkes bir parça böyledir. çoğu zaman içinde bulunduğum sosyal durumu kurtaracak, hatta bu durumun üzerine çıkacak bir yeterlikte bulsam da kendimi, ben de alkım kitabevi gibi yerlere girince koşar adım kaçarım oradan. kültürsüzlüğüm yüzüme çarpar raf raf. bu bakımdan gayet alelade, sosyal yaşamdaki pozisyonu ne olursa olsun her insanın kendini içinde bulabileceği bir bocalayışı; asla olunamayacak bir 'ben'e duyulan özlemi resmetmiş...

neden sonra artık yeni bir başlangıç yapabileceğini düşünen; zararın neresinden dönse kar edeceğini hesaplayan şortlu tipi kitaplığın önüne gönderir: adalet ağaoğlu'nun bir kitabı, altında bir yakın tarih kitabı ve daha altında -hatırladığım kadarıyla j. p. sartre'ın bir kitabı vardır. sartre'ın önemli bir yazın kişiliği olduğu her nasılsa kulağına çalınan karakurt, parantez içi iğnelemeleriyle asla cevap hakkı olmayan ve zaten kendi yaratmış olduğu bu karakteri sürekli olarak aşağılayıp aslında kendini yüceltmeye çalışma basitliğine bulaşır yine ve der ki: bunu okumak için (sartre'ın eserini kast ediyor) daha milyon yıl var (kültürel altyapıyı kast ediyor olsa gerek).

sonra 'suç ve ceza' belirir kadrajda. "sence de artık zamanı gelmedi mi?" şeklindeki ortaya karışık retorik sonrası kanepede çelişkilerle ve çekincelerle dolu bir okuma uğraşı başlar şortlu tipte. iki asır önce yazılmış romanı günün şartlarıyla alttan alta eleştirmekten de geri durmaz sevgili karakurt. romanda aktarılan mekan, zaman ve olayları öteki'leştirir bu bakımdan. sonrasında ise akıllara zarar bir kompozisyon görünür kitabın üzerinde. evet, kitabın adı suç ve ceza, ancak yazarı tolstoy'dur. böyle feci bir hataya ihtimal vermeyen akıl, gözlere bir emir gönderir ve bu 'kitap-yazar' eşleştirmesinin karikatüristik bir endişe ile bu şekilde sunulduğuna, çizerin gerçek düşüncelerinin bir yansıması olmadığına dair birtakım emareler aratır. ama göz böyle bir emare bulamadığı gibi aynı hatanın üç kere tekrar edildiği bilgisine ulaşır.

ne sartre ne dostoyevski ne de tolstoy eserlerini -hatim etmek şöyle dursun- okumamış bir ortakültürlü bile, dostoyevski'nin 'suç ve ceza' adlı eserinin bilinebilirlik açısından dünyanın en önemli kitabı olduğunu bilir. öyle ki bu, ihtimaldir ki yeri ve fırsatı sunulduğunda karakurt'un da yerden yere vurmaktan geri durmayacağı kısa etekli ve kısa akıllı bir mankenin vatandaşı olduğu ülkenin cumhurbaşkanının kim olduğunu bilmemesi kadar tuhaf bir durumdur.

işin trajikomik yanı ise, şortlu tipi itin götüne sokarak alt metinde kendini yüceltmeye çalışan karakurt'un, ilahi ironinin bir garip tecellisi sonucu kendini itin götüne sokmasıdır. yani bir yandan bilgi azlığının her türüne cehalet etiketi yapıştıracaksın; herkes gibi, sıradan olmayı bir aşağılıklık olarak sunacaksın; ama kendin, en cahilden daha cahil, en sıradandan daha sıradan olacaksın halihazırda. pes doğrusu!

işin kötü yanı, karakurt yalnızca resmetmez, resimlerle ilgili açıklayıcı yazıları ve konuşma balonlarını da bizzat doldurur. bu bakımdan, karikatürü dergiye gönderdikten sonra, yani iş kendinden çıktıktan sonra yapılan bir hatanın olayı bu noktaya getirdiğini ileri süremez. kaldı ki, kitap üzerindeki kompozisyon karikatürün yazı ile ilgili olan kısmı değil, resimle ilgili kısmıdır. bu yüzden kurtuluş şansı yok.

yerinde olsam, gerçekten bu işi bırakırdım. çünkü yaptığı bu hata, mesleğinin özünü -o entel deyişle- hiçleyen bir hatadır. artık herhangi başka bir boktan tespite giriştiği zaman alnına yapışan bu lekenin yaydığı kokuşmuşluktan ötürü sızlayan burun direği yüzünden, kimse objektif bir 'göz'le bakamayacak o herbiri (yalnızca kendi gözlüğünden bakıldığında) edvard munch tablosu kıymetinde görünen güzide eserlerine...
tümünü göster