orson welles'in hayatından ilham alınarak roman olarak yazılmış olan ve filme de çekilen fade to black eserde orson welles şöyle buyuruyordu;

'saçların dökülmeye ve beyazlamaya, şişmanlamaya başladığında gözlerinin arkasına bir korku yerleşir. esasında o korkudan korkmazsın ama korkuun farkedilmesinden korkarsın'

bir parçası hikmetse dokuz parçası korkaklık olan düşüncelerimiz totalinde en genel inançların provakasyon olarak nitelendirildiği uçsuz buçaksız korku ülkesinde yaşarken şüphe yok ki korku bizi hata yapmaktan alıkoyuyor.

taraf gazetesi yazarlarından rusya'dan bildiren hakan aksaray 27 eylül 2008 tarihindeki yazısından şöyle diyordu;

belki de moskova'nın bu yılki son güneşli günlerinden biridir, diyerek tadını çıkartmak istediğim bir parkta, tanımadığım iki yaşlı rusun konuşmasına "kulak misafiri" oldum. (başkalarına ait konuşmaları dinlemeyi hoş gösterir gibi, kendine "misafir" statüsü armağan etmek ilk kimin aklına geldi acaba?)

biri hayat pahalılığından şikayet ettikçe öteki "o kadar da değil" gibi sözlerle yumuşakça ona karşı çıkıyordu. sonunda şikayetçi olan patladı:

- sovyetler'de daha rahat yaşamaz mıydık, söyle!

- evet, ama parti ve kgb her işimize karışırdı.

- karışırdı da ne olurdu? sakince yaşar giderdik.

- her gün aman bir yanlış yapmayalım diye korkuyla yaşardık.

- korku sandığın kadar kötü değildir. insanın kötü isteklerini sınırlar. devletten, tanrıdan, karından, işini ve sağlığını kaybetmekten korkmasan kim bilir ne hatalar yapardın. ahlakını büyük ölçüde korkularına borçlusun...

ve sonra gazetecilik öğrenimini görürken denk geldiği bir olay neticesinde işşiz güçsüz bir elemanın polis olması ve akabinde içkinin tozunu kaçırıp ahaliye silah çekmesi sonrası yapma etme diyenlereyse şöyle dediğini yazıyordu;

'insanlar kokuyla yaşıyor, korkuyla eğitiliyor. içimizdeki en eski ve en derin duygu bu. yıllarca pek çok insandan korktum. şimdi benden korkacaklar! üstelik belimdeki silah yasal! onunla iktidarı elime aldığımı, sizin gibi nice okumuş gevezeden daha üstün olduğumu hissediyorum.'

evet o kişi biraz büyük kardeş karamazov kumaşına malik olsa da eğer bir hıyarlık yaptığı vakit korku salmasına sebep veren silahın elinden alınıp ebesinkini tersten göreceğini farketmişti ve korku salma olayına mapusta kendisinin muhatap olacağını farketmişti, hem de bir hiç için.

erkin koray'ın akrebin gözleri olarak betimlediği ve varolmak yokolmak ne fark eder ki diyerek var olmayı dingilmediği sadece akrebin onu ipnotize ettiğini o gözlerin üzerinde olduğunu betimler.

bu suretle büyük birader her yerde var diyebiliriz. her daim denetim altındayız. havalimanında olsun, en dandik şirket bile olsun hep karşımıza korumalar çıkıyor.

çünkü bu çağ korku çağı.

çünkü korkarak var oluyoruz.

öyle bir an geliyor ki neden niçin korktuğumuzu pas geçiyoruz.

korumalarımız ile çaka satıyoruz.

sibernetik dijital hijyenik ortamlarda sigarasız dumansız cyborg salaklığı ile salak olmayı seçmek zorunda kalıyoruz.

salklık bir öyle hal alıyor ki kağıt üstünde trilyonluk ama esasta mala da davara da faydası olmayan zıttırı pıttırı şeyler haddinden fazla öenm veriyoruz.

kro işi versace saatlere cep saatlerinden daha önem veriyoruz.

bu korku ile sarmalanmış girdaba utanmadan hayat adını veriyoruz.

o kadar korkularımıza müptelayız ki hata yapmaktan korkmaktan yolda doğru düzgün bile yürüyemiyoruz.

yağmuru seviyoruz, ama ıslanmama için şemsiyemizi açıyoruz, çünkü jölemiz akmasın fönümüz bozulmasın diye.

jöle aksın fön bozulsun ne çıkar ki?

bunlar şekliyattır.

fakat şekliyatlar en sonunda özü tüketir içi boş kabuk olarak kalırız.

ne kadar da kaçmak istesek mesudiyeli mesut gibi cesaret sahibi olamaz o bileti alamayız.

alsak bile kenefte kalıp dombiliyi domuz ciftliğine müdür yaparız.

fakat gün gelir ne kadar da küçük bir dünyam varmış demeden daha doğrusu diyemeden gümleriz.

ve nihayetinde ölüyü örte korlar götünü dürte korlar kanunu geçerli olur ömrü hayatımız boyunca nefret bile edemediğimiz insalarla beraber aynı ebedi istihgaratta mahşeri bekleriz.

kim bilir?
tümünü göster