içimde bulanmaya başlayan kelimeler okuyanları ilgilendirmeyen ama beni çok ilgilendiren bu satırları yazmaya itti: bir tabak kelime salatası tribute to bihter.

anlatmaya kalkışmanın heyecanı biraz azalabiliyorsa bunu senin bilinmezliğine borçlu. anlatmak biraz kolaylaşıyorsa da çok tanıdık olmana. yusuf hayaloğlu edasıyla 'hangi...' diye başlayan yüzlerce soru sorabilirim. ve seni bu sorularla altüst edip fırına verebilrim. kızartıp tanınmaz halde sofraya koyabilirm. müsterih ol, kimse yemez bu yemeği...

çok zor olsa da beni karıştırmadan anlatacağım. ortağı olduğumuz yüzlerce (binlerce mi demeliyim??) renk ve ses aradan çıkınca geriye kalan seni... uzaktan bakmayı başarabilecek miyim sence?

bi denemeliyim...

araba gürültüsünün eksik olmadığı işlek caddenin kenarında oraya yakışmayan bir durak var. mekanın tek iyi yanı akşamüstü haliç'i sırlayıp pırlantalar serpiştiren güneşin her mevsim ayrı bir tatta sunduğu şölen. ve burasının sadece otobüs beklenen ya da -sadece beklenen- bir durak olması. ama vakit öğlen üstü. manzara yok. ve delinin biri orada beklemiyor. elinde çayı dilinde muhabbeti eksik bir tek; durağa kurulmuş, öylece oturuyor. biri çıkıp sorsa ne yapıyorsun diye, 10 saniye aval aval bakmadan verecek bir cevabı yok. bu duraktan geçen tüm otobüsler geçiyor. onu evine götürecek otobüsün 4. kez geçişini de izliyor. bu arada mevsim değişmiş, sonbahar gelmiş. yağmurda ıslanmış. sonra güneş açıyor. uzun zamandır görmediği, liseden bir arkadaşını görüyor otobüs camının ardında. hiç de umrunda olmuyor. bu olağan hadiseyi yaşarken onu arayanlara otobüs beklediğini söylüyor utanmadan. sonra ne oluyor? beklemeye karar veriyor. hal böyle olunca beklediği geliyor ve evine gidiyor.

güzel bir oyun oynamıştı. mekana zincirlenip zamandan azade olmuştu. yirmi milyonluk bir şehirdeki durakta 'otobüs bekleyen insan' rolünü üzerine yapıştırıp, yüzsüzce dünyayı gezmişti. sonra ne oldu da beklemeye karar verdi? bu insanlığın sırlarından biridir. insan neden dünyaya dönmeye karar verir. tıpkı her sabah uykudan uyandığı gibi...

evine gidince tekrar o oldu. kıvırcık saçlarını saç düzleştiricide presleyen, 'bir kulunu çok sevdim'in ardından 'instant pleasure' dinleyen, havuç yağının dezavantajlarından dem vurup, stewie'nin*(*griffin) seksi pozlarını pazarlayan, getirilen muhtelif önerilere 'olur bacım ben fark etmez' diyen bihter.

eyvahlar olsun! ölsen arkandan söyleyeceklerim bunlar. yoğurt kaplarında yetiştirdiğimiz bir fesleğen kokumuz, birbirimize ithaf ettiğimiz bir şiirimiz yok ne yazık ki. tüm şarkıların defalarca üstünden geçip onları remix yapma alışkanlığımızdan beri sevdiğimiz bir şarkımız da yok. şimdi geçmişimiz, belki geleceğimiz de yok. ama hakkı her zaman saklı yüreğimizin götürdüğü yere gidebilirliğimiz var. ha bir de okuduğumuz kitaplar ve izlediğimiz filmlerden farklı şeyler anladığımızdan mütevellit bitmeyen bir muhabbetimiz.

sadece seni anlatacağım demiştim. başaramadım gördüğün gibi. bu kadar yeter 'şimdilik'. cevap hakkın yazar olma inadın kırılana kadar yoktur, bilgine...

***

rüzgar durmuş, saçlarım güvende olacaktı. havanın bizi titreteceği bir gecede dışarı çıkıp 'ölçülü' bir şekilde dağıtamayacak olmanın faturasını sana kestim. şimdi eve tıkılıp saçmalayan arkadaşının intikamını soğutup yemek sana düşüyor/ dostum.
tümünü göster