29 dakika 24 saniye. boşluk yok, atlama yok. sözler, copy-paste etmeye bile üşendiğim kadar gereksiz. ya da özensiz diyelim ayıp olmasın rahmetli suat sayın'a. ama öyle yaa! o mu lise coğrafya defterlerinin arkasından esinlendi, yoksa o ekol bu şarkıdan sonra mı oluştu bilmiyorum.
neyse, olay müzikte zaten. sözlerini ankaralı turgut da yazsa aynı etkiyi ortaya çıkaracak kadar derin nağmeler var. yaylılar kopmuş, savrulmuş; zeki müren'in sesi kendini parçalıyor. yarım saat kahır zerki, dayanabilirsen...

bu zeki müren şarkısının orada burada kulağıma çalınmışlığı vardı. ama dinlememiştim. annem sağolsun bir gece yarısı bu eksikliğimi giderdi. canı nostalji yapmak istemiş. o istedi, ben indirdim. beraberce dinliyoruz eski şarkıları. içim bunaldı, ruhum karardı. hepsi arka arkaya ve sık dinlenilse insanı intihara sürükleyecek cinsten. annem ise gözlerini uzaklara daldırarak 'güzel günlerdi...' diyor, bir yandan da şarkılara fon, anılarını anlatıyor.

derken acılı keman ve 'kahır mektubu' başlıyor. ben zaten havaya girmişim. hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başlıyor. ilkokul aşkım barbaros, onun koca kafasıyla dalga geçtiklerine nasıl içerlediğimden tutun da son sahne 'kırılan bir kavanozdan saçılan ceviz reçeli'ne kadar. ama benim şeridim yetmiyor. şarkı devam ediyor. başka şeritler... sonra da film kopuyor. hoop n'oluyoruz? daha yarım saat önce mutlu mesut bir insanken acılara gark oldum! yetmiyor. arkadaşıma gönderiyorum. nasıldı diyorum, naaptın ya gece gece kanser mi edeceksin beni diyor. msn ifadeleri yetmiyor duygularımızı anlatmaya: bilinçli oluşturulmuş hüzün hali ve bu halle dalga geçiyor olmak!

içimde neden böyle bir paylaşma isteği uyandı? onda da aynı etkileri yaratacağını bile bile neden gece gece moral bozdum? bu soruları sorarken aklıma 24 saat arabesk yayını yapan ulusal radyolar geldi. en çok dinlenilen, trt fm'le birlikte anadolu'nun dağında taşında dinleyebileceğiniz kadar ulusal olan radyolar. demek ki bu paylaşma isteği çok insanda baş gösteren bir istek. bu şarkıları yapanlar, söyleyenler, satanlar, dinleyenler, dinletenler. koca bir endüstri!

kahır mektubu'nu başını çektiği birçok distopik şarkı var. bu şarkılar insanın geçmişinde ya da bugünündeki acıları su yüzüne çıkarıyor. dinleyene 'süresince' bir depresif ruh hali vaat ediyor. daha doğrusu şarkı sırf acıya boğmak için yapılıyor. duygu salatası içerisinde hüzün içeren müzikleri bir kenara ayırırsak şarkıyı besteleyenin ve söz yazanın bilinçli tercihiyle acıtmak için yapılmış şarkılar bunlar. her türlü ajitasyon yöntemi kullanılıyor. sonuçta çoğu zaman kalitesiz, piyasa diyebileceğimiz şarkılar oluşuyor. özellikle günümüzdeki unkapanı piyasası böyle bir sömürü ticaretine dayalı. lakin bunlara hiç girmeyelim. orhan, müslüm, ferdi babalar, ucundan kıyısından zeki mürenler, bülent ablalar konuya yeterli malzeme veriyor zaten. bu şarkıcıların öyle şarkıları var ki kesinlikle bilinçli yapılmış 'acıtma' araçları. zeki müren 'her gece kederdeyim, durmadan içiyorum' derken söylediklerine gerçekten inanıyor muydu? her albümlerine bir-iki damar serpiştirmeleri bazen bütünüyle bu formatta albümler yapmaları insanların acıları üzerinden para kazanmak gibi isteğe değil de tamamen duygusal sebeplere mi dayanıyordu?

peki her insanda mevcut bir hüzünlenme potansiyelini açığa çıkaran insanlar sömürgeci de kendine bunu yapan insan ne? bir insanın normal şartlarda her gece kederde olması mümkün değildir. ama her gece kederdeymiş gibi yapabilir. kendine böyle bir dünya kurabilir. radyosunu açar, ışıkları söndürür, mumları yakar... o şarkıları dinlerken gündüz trafikte onu sıkıştıran taksiciyi düşünüp ne kadar kötü kaderli olduğunu düşünür.

galiba işin özü insanın acıları üzerinden kendini sömürmesinde gizli. insan kendini sömürebilir. sonra sömürü araçları yaratır. paylaşarak başkalarını da sömürür.

***

şarkının son dakikaları benim sosyal tespitlerimle heba olup amacından saptı. yine de yatağa girerken üzerime çöken mutsuzluğu dönüştüremedim. sabahtan öğleye kadar da engellenemez bir biçimde 'sevda ektim kalbime ayrılık biçiyorum' diye mırıldandım durdum. ta ki tan'ın yıldızlar da kayar remix'ini duyana kadar: karanlık gecelerimin yıldızı se-e-e-en-e-ee-en-e-ee-en-si-ii-iinnnnnnnnnnnn.

allahım bu neyin cezasıdı!*(*swh)