her yeni günde, yaşadıklarımın neticesinde en az bir kere sorguluyorum bunu. umutsuz olduğum zamanlarda "hiçbir şey" desem de, "bir kişi hiçten iyidir" diyorum kendi kendime. öyle şeyler görüyorki gözlerim, gerçekliğine inanmak istemiyorum. başımı çevrip yürüyemediğim için dönüp dahil oluyorum gördüklerime.

hani biz büyüdükte kirlendi dünya denilir ya, işte o misal. çocukluğum ve şimdiki zaman arasında ciddi farklar var. belki benden önceki nesil de bunları yaşadı ama dile getirmediler, ben ayrıntılara takılıyorum belki de. ama hayatın gerçek renkleri zaten ayrıntılarda gizli değil mi?

çevreme bakıyorum da, insan sevgimizi kaybettik mesela, beraberinde hoşgörüyü de. her ne kadar bunların oluşmasında siyasileri suçlasak da, eskiden olduğu gibi hiç kimse fakire el uzatmıyor mesela. eskiden ramazan ayı yaklaştığında mahallede fakir bırakılmaz, maddi olarak yardım edilir, yardım edemeyecek durumda olanlar bile kendi yemeğinden bir tas ayırıp onlara iftarlık götürürdü. şimdi kim fakir, kim zengin belli değil. fakire yardımı devlet üstlendi. eskiden iftarlık götürenler, yani kendi yağında kavrulan gururlu insanlar, daha fakir oldu. adı ve görünümü fakir olana devlet tarafından götürülen un, şeker, kömür insanlar arasındaki dayanışma isteğini yok etti. muhtardan alınan fakir belgesi, utanılacak bir kağıtken, şimdi bu utanç için sıraya girilir oldu. aramızda kalan üç beş gerçek fakiri bulup yardım edebilmek ise sahteleri yüzünden hayal oldu. hazır mala kavuşma isteği ve hırsı insan sevgimizi, kendimize saygımızı, hoşgörüyü ve dayanışmayı tuzla buz etti. devletin uyguladığı politikalar sadece fakir zengin ayrımında değil din, ırk, mezhep ayrılıklarına yol açtı. türk kürt'e, alevi sünni'ye, başı açık başı kapalıya, insan olduğu için değer vermeyi unuttu. çocukluğumda başı açık veya kapalı insanlar aynı toplu taşıma aracını veya aynı masayı paylaştığında birbirine böyle nefretle bakmazdı.

iyi dilek ve temennilerde bulunmayı unuttuk mesela. "kolay gelsin" dediğimde sokağımı her gün süpüren temizlik görevlisinin yüzündeki şaşkınlık dolu ifadenin yanı sıra, yanından geçmek yerine uzaklaşan diğer insanların yüzündeki ilginç bakış ve aşağılama ifadesi bunun en büyük kanıtı. tamam, uzaktan geçmekle ilgili sorunum yok, belki çok toz kaldırıyor, belki temizliği baştan savma yapıyor, belki de çalışmak zorunda olduğu için üniversite mezunu olmasına rağmen çoğu zaman aşağılamak için söylenilen "kaldırım mühendisliği"nin temizlik kolunda çalışıyor. ama ilk "kolay gelsin" dileğimin ardından fark ettim ki artık beni uzaktan görünce duraklıyor, tozun kalkmamasına özen gösteriyor, ağrıyan belini doğrultup bana gülümsüyor. evet, gülümseyerek benim iyi dileğimi "günaydın" veya "iyi günler" diyerek cevap veriyor. ben aşağılayıcı bakışlara rağmen ona saygı duyuyorum ve o da artık yaptığı işe ve kendisine saygı duyuyor. basit bir iyi dilek sözü, bu kadar çok şey değiştirebiliyorken, bize söylendiğinde hoşumuza gidip güne iyi başlamamızı sağlıyorken, bunu çevremizden niye esirgeriz? anlayamıyorum.

yeşili kaybettik mesela. eskiden tarla yapabilmek için katledilen ormanlar, şimdi para ve iktidar hırsı nedeniyle ya yerleşime açılıyor ya da turizm tesislerine pazarlanıyor. çocukluğumda uçsuz bucaksız buğday tarlası ve ağaçlık olan arazilerin yerini beton yığını kooperatifler ve toplu konutlar aldı. kesilen binlerce ağacın yerine beton yığınlarının arasına belediyeler tarafından göz boyamak için yapılan sağlıklı yaşam ve park alanları doldurdu. plastik palmiye ağaçlarıyla süslenen alanlar. yemyeşil, önce hiç yeşil, şimdilerdeyse yapay yeşil oldu. kendi yaşam alanlarımızı kendi hırslarımız yüzünden katlettik. eskiden her yeni doğan çocuk için bir fidan dikilirdi. hatta "bir dikili ağacım bile yok" diye sitem bile edilirdi. şimdilerde dikili ağacı bırakın ayrık otlarına muhtaç kaldık.

yaşlılara ve kadınlara saygıyı kaybettik. bizde gençken yaşlılara otobüste yer vermemek için türlü dolaplar çevirirdik. ya pencereden dışarıya bakar ya da uyuyor numarası yapardık. ama bir kez göz göze geldik mi yüzündeki yılların yorgunluğunu görünce yer vermeyen genç çıkmazdı içimizden. ayakta durmakta güçlük çeken, sıcak yüzünden canından bezmiş bir yaşlı otobüsün veya metronun hızı nedeniyle üstümüze doğru geldiğinde asla onu ittirip "önüne baksana yaşlı bunak" demedik."evladım kapının önünde durma, açılınca sıkışırsın" diyen insanlara "sana ne ya, sen git evinde torunlarına nasihat et" demedik. nerede kaybettik? çocuklarımızı yetiştirirken nerede yanlış yaptık? eskiden yaşlı erkek veya kadın kaldırımda yürümekte zorlanarak üstümüze doğru geldiğinde kenara çekilir yol verirdik. karşıdan karşıya geçmeye zorlandığında yardımcı olurduk. elinde pazar poşetleri ağır aksak yürümeye çalışanların elindeki poşetleri evine kadar taşırdık. hamile kadın yer istediğinde "bana mı sordun hamile kalırken" demedik. artık kabalık sokaklara kadar indi. bırakın insana saygıyı ileride bizim yaşayacağımız yaşlarda ki insanlara hiç o yaşlar bize ulaşmayacakmış gibi bugünümüzü yaşar olduk.

çalışanı övmeyi ve çalışma isteğimizi kaybettik. kısa yoldan köşe dönmek, takdir edilir oldu. eskiden insanlar evlerine haram lokma sokmamak için bin bir türlü çaba içindeyken şimdi eve lokmanın girmesi yeterli oldu. anne baba parasını yiyen insanlar hayırsız evlat olarak nitelenirken, işsizliğin beraberinde getirdiği ahlak bozulması, paranın hangi yoldan kazanıldığını önemsiz kıldı. her gün işine giden insanlara enayi gözüyle bakılır oldu. haramiler dağdan şehre indi. amaç para olunca, ahlak kalmadı.

sırf para değildi ahlakımızda bozulan nokta. cinsel özgürlük için çok eşlilik, din kisvesi altında günü birlik nikahlar, tek gecelik ilişkiler moda oldu. eskiden çok eşli olmak hem günah hem ayıp olarak nitelenip toplumdan dışlanırken şimdilerde yüksek mevkiler için seçilme nedeni oldu. günübirlik yaşanan ilişkiler gerçek sevdayı yok etti. birbirimizin gözünün içine bakarak, sadece geceyi yalnız geçirmemek uğruna, sevda kelimelerini yok ettik. "seni seviyorum" diyebilmek için utanıp başını önüne eğen insan kalmadı. sevgisizliğimizden değil sevgimizden utanır olduk. bu beraberinde şüpheyi getirdi. bizi seven insandan kanıtlamasını bekledik. ama ortalıkta ne delinecek dağ vardı ne de aşılması gereken çöller. aşmamız gereken tek şey riyakarlığımız.

ve yine işin özü olan insanlığımızı kaybettik. yolda kalan araca sahte olması ihtimaliyle, kocası döven kadını duymazlıktan gelerek, kapkaç mağduruna ölmekten korkarak, trafik kazası geçiren araca arabamızı kirletir diyerek, kapımızı çalıp bir lokma aş isteyen insana ya hırsızsa endişesiyle, zorda olduğu için borç isteyen veya kefil ol diyen insana borcu üstümüze yıkıp kaçarsa korkusuyla... sözüm ona yaşadıklarımızdan ders alarak, sırtımızı döner, kulaklarımızı tıkar, gözlerimizi kapar, dilimizi tutar olduk.

sahi ne kaldı elimizde? insanlığa değer, sevgiye dair, insanca,dostça ve sevgiyle...