günlük'ten:

"bugün çok garip bir olay geçti başımdan. semt merkezine doğru giderken, yeni yapılan (yeni dediysem bir beş yıllık vardır ama eskisine göre yeni) alt geçitten geçmek durumunda kaldım. üçüncü sınıf elbise, saat, telefon, parfüm, kuruyemiş reyonlarının önünden, karınca sürüsünü andıran bir kalabalığın içinden geçtim. kalabalığın beni boğduğunu bilirsin. boğulmamak için adımlarımı sıklaştırayım derken, kalabalık benim geçeceğim yönde yoğunlaşmaya başladı. sanki bütün bu kalabalığı oluşturan insanlar varlığımdan habersizken, 'kalabalık' olduklarında beni fark edip engellemeye çalışıyor gibiydi. yolun ortasında aniden durup evdeki musluğu açık unutup unutmadığını düşünürcesine bekleyen ev kadınları, tanıdığı birine rastlayıp yine yolun ortasında hasbıhal etmeye girişen insanlar, herkesin gelip geçici olduğu bu iki kapılı hanı andıran alt geçitte müşteri tavlamaya çalışan ve malına olmadık özellikler atfeden satıcılar, geçidin tavanındaki hoparlörden yayılan üçüncü sınıf günümüz popüler müziği, gittiğim yöne giden insanlar, gittiğim yönden dönen, üzerime üzerime yürüyen insanlar. başım döndü.

alt geçidin çıkışına doğru yaklaştığımda, merdivenleri kaçar kaçar çıksam diye düşünüyordum ki onları gördüm. biri merdivenlerin orta sahanlığında, öteki de az yukarısında. ellerinde birer plastik bardak. ne yaptıklarının farkında bile değiller. kulağımda kulaklık var, kalabalığın uğultusunu belli belirsiz duysam da, yanımdan geçenlerin ne dediğini fark edemiyorum. sağ tarafıma bakıyorum: bir anne, elinde bardak tutan çocukla bambaşka bir hayata doğuştan sahip olan çocuğuna işaret ediyor: para verelim gibilerinden. dokunuyor bu manzara bana. sezen aksu'nun herkes doğduğunda eşittir sözünü hatırlayıp "hasiktir oradan" diyorum bir kez daha. kimse doğduğunda eşit değildir. herkes öldüğünde eşitlenir. bu çocuklar da dilenmek üzere doğ(ur-t-ul)dular ve işte dilendiklerinin bile farkında olmayarak dileniyorlar. öteki çocuk da anne kuzusu. oysa aynı yaştalar. aynı oyun parkında aynı kaydıraktan kaymaları gereken bu iki kişi, dilenen ve dileği yerine getiren konumuna itilmişler. sinmiyor bu durum içime. kabullenemiyorum. üzüldüğümle mi kalacağım yani?

merdivenler bitince hemen solda, kalabalığın içinde mavi elbiseleri ve telsizleriyle otomobillerinin yanında bekleyen polisleri görüyorum. kafasını biraz uzatsa oradaki çocukları görecek durumda olan memura gidip durumu açıklamakla varıp gitmek arasında kalakalıyorum. kalabalık yadırgıyor bu kararsızlığı: "kardeşim ya yürü ya da kenarda bekle" diyor bana konuşmadan, ite kaka.

olacakları kestiremiyorum: memur bey, merhaba. çocuk dilendirmek suç değil mi? evet, suç. şurada, alt geçitte çocuklar dileniyor. iki tane. dileniyorlar mı? evet, ellerinde bardak var, dileniyorlar. bir bakalım. memurun peşi sıra yürüyorum. memuru gören çocuklar somurtuyor. memur kollarından tutuyor. önce azarlar gibi yapıyor. sonra beni fark edip yüzlerine gülüyor. çocuklar ne yapacağını şaşırmış durumda. gitmek mi zor kalmak mı zor? iki çocuğu koltuğunun altına alan memur ekip otosuna doğru yollanınca ben duraksıyorum. acaba olacakları izlesem mi, yoksa bu kadarını yeterli bulup yoluma devam mı etsem? ekip otosunun yanına gidiyorum. otonun içinde bekleyen memur, dilenci çocukları getiren memuru sırıtarak karşılıyor. "hehe lan ismet uğraştığın şeylere bak" der gibi. peki şimdi ne olacak? ne yapacaksınız? bizden bu kadar. nasıl yani? biz çocuk büro amirliğine göndereceğiz. yani ifadeleri orada mı alınacak. çünkü bu çocuklar suçlu değil bildiğim kadarıyla. suçlu anne-babaları veya onları dilendiren her kimse o, değil mi? evet, aynen öyle. peki, iyi çalışmalar. teşekkürler.

ben ne yaptım? iyilik mi? şimdi o çocuklar nerede? ne yapıyor, nasıl yaşıyorlar? ekip otosunda olup bitenleri oyun olarak algıladıkları konusunda bademli magnumuna iddiaya girerim günlük. belki durumları hiçbir zaman iyileşmeyecek. belki büyüyüp hayatlarının dizginlerini ellerine alıncaya dek, kendilerini dilendiren o vicdansızların yönetim ve denetiminde kalacaklar. ama bir an; çocuk büro ekiplerince biyolojik anne-babalarının (çünkü bilinen anlamda anne ve babaları yok onların) ellerine teslim edilinceye kadar onları bu saçmalıktan kurtarmış olmak bile güzel. dilenciliği yok mu ettim? bütün çocukları eşit mi ettim? buna kimin gücü yeter. ben ibrahim'i yakan ateşe taş taşıyan karınca gibi, yönümü belli ettim günlük. herkes kendi elindeki olanaklar elverdiğince bir şeyler yapsa, daha çok değişir dünya. daha yaşanılası olur, daha sevilesi. daha sövülesi değil.

düzen denilen ve 'düzenler ve düzülenler'in tiyatro sahnesi olmaktan ibaret mekanizmaya öylesine içerlemiş, öylesine kızmıştım ki; bu yavrucakları dilendirenler beni yolda çevirse, "sen ne yaptığını sanıyorsun" dese; kıran kırana dövüşebilirdim. dövüşmeyi sevmez miydim? tırnaklarım etime batacak kadar sıkmışım yumruğumu günlük, bildiğin gibi değil..."