aslında yoktur böyle birşey.
kısaca açıklamam gerekirse aşk birçok farklı duygunun ortak adıdır ve bu yüzden her yaşanışı insanlara birbirinden farklı gibi gelir, sadece ortak yan etkileri olduğundan hepsinin adı aşk diye geçiştirilir.

neden bahsediyorum, hemen örnek vereyim; mesela tutku. en tehlikeli alt başlıktır. platonik olması durumunda süründürür. ancak aslında süründüren kısmı insanın kendisidir çünkü insan aslında tutkulanan kişiye değil tutkunun kendisine aşıktır ve tutkulanan şeye erişildiği zaman erişilen şey değerini yitirir. bu günümüzdeki -aşk bitti heyecan bitti- durumlarının sebebidir. insanlar hastalıklı bir duygu olan tutkuyu aşk gibi masum bir kalıba soktukları zaman kendi kendilerine isteyerek hayatı zindan ederler. aslında platonik aşıkların çoğu aşık oldukları kişiyle ilişki yaşamaya başlasa bir süre sonra sıkılabilir vazgeçebilir ancak o kişi yüz vermese onu daha senelerce arzulayabilir, buna da aşk der.
hüzünlü şarkılar dinler, karamsarlaşır, bunalım hallerde takılır.
peki bu insan niye kendine durup dururken üzüntü yaratmaktadır? şahsi kanaatimce insan yapısı sadece keyiften ibaret değildir. demek istediğim insanlar hüzünle de mutlu olurlar. kederlenmenin, birini tutkuyla arzulamanın, hüzünlü şarkılar dinlemenin verdiği yadsınamaz bir haz var. yani doğaldır, insan olmanın bir parçasıdır, tutkuyu sevin öpün.

herneyse konudan uzaklaştım, devam edeyim. tutku zamanla kendini iki farklı şeye bırakabilir. eğer arzuladığınız kişi size uymuyorsa ve yanınızda rahat değilseniz ancak uzun süre tutkuyu çeşitli etkilerle koruyabildiyseniz (beraber olmanızın yasak olması, ayrı şehirlerde olmanız gibi) yerini alışkanlığa bırakır. bu en kötü durumdur, tıp literatüründe bu duruma "ne senle ne sensiz" vakası denir. eğer sözde aşkınızın sizi bu noktaya kadar getirmesine izin verdiyseniz şimdiden geçmiş olsun. bunun tek ilacı zamandır ve alışkanlığı yenmek sizin en sevgiye ve ilgiye aç olduğunuz döneme gelirse iyice hayat zindan olur. ikinci senaryoysa sevgidir. "aşk yalan eheh önemli olan sevgi zaten aşkımız sevgiye dönüştü" geyiğine getirmek istemiyorum aslında ancak insanların gerçek aşk dediği ve "5 senelik evliyiz ilk günkü kadar aşığız" durumu işte budur; yoğun sevgi. yoğun sevgi 2 şekilde oluşabilir, önceden birbirinizi tanımaktasınızdır ve zamanla birbiriniz için ne kadar uyumlu olduğunuzu görüp ilişkinizi ilerletirsiniz ya da şans eseri sadece arzuladığınız tutkuladığınız insanın her yönden size mükemmel uyumlu birisi olduğu ortaya çıkar. her iki durumda da piyangoyu tutturmuşsunuzdur tebrikler olsun.

üçüncü bir birliktelik sebebi daha vardır ki vardır, bu da muhtaç olmaktır. türkiyedeki boşanma oranlarının amerika vs.dekilerinden çok az olduğu için böbürlenen yetişkinlere rastlamışsınızdır. işte ne yazık ki bunun sebebi budur. bu durum çoğumuzun anne ve babasının evlenme sebebidir. eskiden kuralları çok daha katıymış tabi bu birlikteliğin. erkekler cinsel ihtiyaçlarını karşılayacak, temizliğini yemeğini vs yapacak kadınlar da kendisini koruyup kollayıp yemek getirecek birine ihtiyaç duyduğu için evleniyorlarmış. günümüzde bu tip evliliklerin sayısı azalıyor tabi ancak ihtiyaçtan evlenmenin tarzı bu kadarla sınırlı değil. hala insanlar birbirlerine artık yaşım geçti bana arkadaşlık etsin yalnız kalmayayım bir sevdiceğim olsun diye muhtaçlar. bu daha yumuşatılmış ihtiyaçtan evlenen tiplerin çoğu güçlü bir tutkuyla başlarlar ilişkilerine ve zamanla durumu alışkanlığa çevirerek birlikteliklerini sürdürürler. çok eleştirilecek bir durum olmaz nitekim gayet mantıklı bir sebepdir çoğu insanın evlenmesi için ancak kendilerine tam anlamıyla uyan mükemmel eş, gerçek aşk keyfini yaşayamazlar. ve çoğu da yıllar sonra yine ortam şartlarından beraber kalırlar sıkılsalar da.

yine dağıttım konuyu, şöyle toparlayayım. 16 yaşında bir ergensiniz ve vitrinlerin arkasında gördüğünüz bir ipod var. çok istiyorsunuz, hayallerinize giriyor vs. işte bu platoniklik dönemi. daha sonra gün geliyor elinize geçiriyorsunuz ve bokunu çıkarıyorsunuz. evin içinde kulağınızda hafifçe sesi açılmış ipodla dolaşıyor, sabah ilk iş kalktığınızda ipodunuza bakıyorsunuz, bu da canım cicim dönemi. daha sonra gün geliyor artık eskisi kadar ilgilenmiyorsunuz ipodunuzla bir köşeye atıyorsunuz ancak otobüsle bir yere giderken ya da ders aralarında ipodun aslında çok işinize yaradığını ayrıca çevredeki herkesi özendirdiğini vs farkediyorsunuz, ve sevmeye başlıyorsunuz ipodunuzu. tebrikler aşkınız sevgiye dönüştü sonsuza kadar mutlu olabilir gökten düşen 3 elmadan birini bana verebilirsiniz.

yine 16 yaşında bir ergensiniz ve ipodu arzuluyorsunuz ancak aileniz size bir orite mp3 player alıyor. onu da ilk günlerde çok seviyor, elinizden düşürmüyorsunuz. ancak ilerleyen vakitlerde o kadar da sevmediğinizi yalnız ihtiyaç duyduğunuzu anlıyorsunuz. sonuçta orite ı imkanınız olsa daha iyisiyle değiştireceksiniz ancak imkanınız olmadığından kullanmaya devam ediyor ve onu da seviyorsunuz. işte bu da ihtiyaçtan doğan birlikteliğe bok gibi bir örnek. (ilkinde ipod cuk oturduğu için bu formata uymak zorunda kaldı)

sonuç olarak aşk diye birşey olmadığını bilin ancak bunu bir olumsuzluk olarak görmeyin. tutkuyu sevin, platonik olmaktan -aslında erişseniz sıkılıcağınızı bilseniz de platonik olmaktan- ve onun da tadını almaktan vazgeçmeyin. benim tek dediğim bunu fazla abartmayın ve alışkanlığa dönüşmesine izin vermeyin. ilişkilerinizi tutkuyla günü düşünerek fazla planlar kurmadan keyifle yaşayıp gerektiğinde de acısız bir şekilde bitirin. öyle işte.
tümünü göster