yardım etmedin. suçlamanın en ağır suç olduğu şu zamanda, senin üzerine yıkıp herşeyi gitmek. vur-kaç yapıyorum ve vurmak için dokunduğumda bir ten sıcaklığında üşüyorum artık. tek bir kez diledim, istanbul'da bir ay batarken. i want it now, i want it all and i don't care how diye james'e eşlik ettim. bu kez bana cevap verdi; careful what you wish/you may regret it/you just might get it! yanıldı sayısız, çünkü pişman olmadım. istediğimden utanmadım, istemek yolun yarısı dediler. beniyse elde edebilmenin, ait olabilmenin kapısında anahtarsız bıraktı istemek.
eli boş gitmedim ona, her seferinde senden bir iz benden bir yığınla koştum. bunları birleştir dedim, birbirine benzet, bir kenarından yapıştır işte. olmayanı oldur. ama istek bana ihanet etti. bu kez kelimelerle avunurken ben, bekleyişi arzu ile karıştırma dedi alex susanna, ver kendini seni en çok sevene. bir makbuz karşılığında kendimi bağışlayacak kadar azalmışken ben, yine de istedim. beni çoğalt, sonra harca. sahibim olma, benim olma, sadece benimle ol istedim . bir yerlerde varoluşunu bilmenin yetemeyeceği nadirlerimdendin. uzun zaman sonra yastığımda bir baş izi istedim, mutfağımda yıkanacak çift sayıda bardak...
sakla beni dedim. kendinden. istediğimden. beni korumanı istiyordum, ve sen beni bu istekten koruyordun. geç kalıyordun beni korumaya her seferinde. ve ben de geç kalıyordum artık tüm gecikmelere. parçalanmış kılıfımı dikiyordu brian molko, etlerim sağa sola saçılmasın diye. bir bütün olayım herzaman ve beni tekrar tekrar parçalayabil diye.
şimdi ikimiz de zamana mahkumuz artık. hepimiz yalnız kaldık ikimiz yüzünden. senin yüzünden. gün gibi aşikar, şimdi en acıtanına gidiyorum farkındalıkların. ağır gidiyorum, yarım gidiyorum. ve sen devamını tahmin etmek zorunda kaldığım, en tozlu rafımda yarım bıraktığım bir kitapsın artık..