birtakım adamlar salaş bir barın kuytu köşesinde oturup, birbirlerine kösnül yaşamlarını anlatırken, bolca viski, bolca sigara ve bolca hayat tüketiyor. derken bir kadın giriyor bardan içeri, bara uğramadan, barın diğer köşesindeki müzik kutusuna gidiyor, önce 46'ya, sonra da 8'e basıyor, aura değişiyor, birtakım adamlar bakışlarını müziğin geldi yöne doğru odaklarken, kadın, salına salına, gölgesiyle dans ediyor sevgilim..

ya da

ayışığının aydınlattığı o eşsiz kumsalda, esrik bakışlarımızla, esrik hayatlarımız hakkında konuşurken, yaşamanın pek de önemli olmadığını hatırlıyoruz sevgilim. intihar fikrini hep aportta beklettiğimizi hatırlıyoruz. `wristcutters: a love story'i açan bu tom waits` büyüsünün, zia'yı nasıl etkilediğini, şu sayrısal şarkının filmin başına nasıl cuk diye oturduğunu hatırlıyoruz sevgilim ayışığının altında.. sonra, sonra kesiyoruz bileklerimizi. 'bileğini kestin/bileğimi kestim: oradan çıkan iki damarı yapıştırdık birbirine, artık büyük dolaşımın adı sevda'dır' dizesini fısıldıyorum kulaklarına bay bay derken; hem, hem sevgilim;

what's more romantic than dying in the moonlight?