sabah mahmurluğunu üzerimden atamamışım. kahvaltım aceleye gelmiş, ilk sigaramı, otobüs ufukta görününce yarıda söndürüp piç etmişim. yanisi, heyheylerim üstümde, asabiyim. otobüs durağa yanaştı. çok kalabalık. iğne atsan birinin poposuna batar. o derece.

okula geç kalmamak adına kendimi arka kapının kulbuna yapıştırdım. kapı açık şekilde bir 50 metre gittik. rüzgar beni kendime getirip sabah mahmurluğunu yenmeme vesile olsa da, 60 km. hızla giden bir otobüste olduğum için olay aksiyon filmi setlerinde geçiyormuş gibi hissediyordum. fark, dublör değildim. neyse, kendimi içeri atınca: "kaptaan arka kapıyı kapaa" sesini işittim. sağ olsun duyarlı vatandaşlar. ortada oturan teyzenin uykusunu bölmüşsün, umrunda mı? bağır sen...

benden iki durak sonra otobüs tekrar durdu. kendimi kapıdan biraz daha uzağa doğru götürebilmiştim. bir kişi indi sanırım. bir kişi de bindi. ama kim, nasıl bindi göremedim. kapı tekrar kapanınca "çaaat" diye bir ses geldi. ardından bütün otobüsü kuş cıvıltıları kapladı. evet, amcamız otobüse, elinde kafesle binmiş; otobüs aniden hareket edince de dengesini yitirip kafesi yere düşürmüştü... sonra şenlik başladı:
amca:
"kuşu tutun, kuşu tutun"
yolcu1:
"amca bi kuşuna sahip çıkamıyorsun"
(kuşlardan biri ön taraflarda yakalanmıştır) yolcu2:
"şu kuşu elden ele arkaya uzatır mısınız?"
yolcu3:
"önceden para uzatırdık, hey gidi"
yolcu4:
"yakında zürafa görürsem şaşırmayacağım bu halk otobüsünde. balık gördüm, kuş gördüm, kedi köpek gördüm. eh, ayı, her gün görüyorum..."