e-mail oldu artık. mektup da tarih...

eskiden postacı sokağa uğrayınca duyulan heyecan, yerini bu yazıyı okuduğunuz ekranın sağ altında beliren bir kutucukla gelen heyecana bıraktı. yolda karşılaşılan postacıya sorulan "sergüzeşt'e var mı?" sorusu microsoft'a sorulamıyor ne yazık ki. bu tattan yoksun kaldık. tatlı acı. mektup bekliyorum da... öyle cepten mesaj da gönderemiyoruz kuzum. postaneye gidip telefon etmenin lüks ihtiyaç sayıldığı devirlerden söz ediyorum. araya 'adana'ların karıştığı. hiçbir şeyin bugünkü kadar net; bir bakıma da belirsiz olmadığı günlerden. vefa'nın yalnızca istanbul'da bir semt adı olmadığını kanıtlayan, mektup alıp-göndermeyi önemli işlerden sayan 'önemli' insanların yaşadığı zamanlardan. eski'den...

"acaba adresi mi yanlış yazdı?" 'çok açık adres' diye bir kavram da yok ki anasını satayım. en açığı bu: "atatürk bulvarı, istiklal sokak no:5/5 b... ilçesi i... ili"

"keşke iadeli taahhütlü gönderseydim, acaba mektubum ulaşmadı mı?" daha önce böyle bir sorun yaşamadık, paranoya yapmamalı.

"başına bir iş mi geldi, arayı bu kadar uzatmazdı..." en kötüsü. beklemenin en can sıkıcı yan etkisi, bünyede gözlenen paranoyadır. beklenenin gelmeyeceğine dair duyulan. her an postanenin elimizin altında olduğu şu çağda; son derece kaygı veren ama o derece içten olan tatlı telaştan ne kadar uzaktayız. ne kadar uzaktayız, yazı diliyle 'konuşmak'tan? bir şeyleri uzun uzadıya ve yazıyla, anlatmaktan?
tümünü göster