bildirmeden bilmecelere, dil üstünde kaydırdıklarının hangileri laf ebesi diyaloglara gebe artık dokunmadan da anlyabiliyordu. biliyordu ki bazılarının değeri bazen sukutun ayarından fazla. pek kıymetli bulunmasalar da külleriyle ovalamalıydı sözlerini yeniden.. ve artık doğmamak için hiçbir göze batmamanın usanç hırkasını soyunmalıydı.. ama üşüyordu hala düşlerinin arasında dolaşırken..saklandığı dolaplara sığmazken yaş haddinden, haddinden fazla, boyundan büyük işlerin işbirlikçisi olmuşken, şimdilerde, nerelisin diye soranlara "ağlamaklı" diye cevap verip, artlarında bıraktıkları toz bulutunun yağmurunda ıslanıyordu üstüne üstlük.. bir çift terlik sesinden daha fazlasıydı sığındığı takırtı, takıntılarına takılmadan beyninde dolanan gezici bir sığınaktı.oraya da sığamamakken tüm korkusu, duyamaz oldu. o artık her yürüdüğünde peşi sıra gelen teneke takırtılarına ritim tutuyordu. hangi kuyruğuna bağlı olduklarını çok sonraları geride bıraktıklarının tuttuğu saf olduğunu anladı.ve aslında geride kaldığını..kendi bedeninde asalak olarak yaşamaya başlamıştı artık. sonra bir gün püre olmuş düşlerinin içinde dolaşırken bedeninde açtığı yaralara ayaklarıyla çiğnediği umutlarını bağlayıp, dilek tuttu ve yüzüne bile bakmadan bir yabancı gibi öylece geçip gitti kendinden.. aniden biri omzuna dokunup "al'kol!" dedi.. koluna girdi yalnızlığının.. kendisinin bile terk ettiğini yalnızlığı terk etmemişti.. kol gibi bir yardakçısı vardı artık..

not: yazcaklarınızın uzun süreceğinden süpheliyseniz biraları buzluğa koymayın!