uzanmışım kumsala , gölge damıtıyorum içime.

tepemde sekiz köşeli, büyük ve beyaz bir plaj şemsiyesi... 45 derecelik açılarla bölünmüş. takriben 30 derecelik dikey eğimi var. brandası kaliteli. bütün şemsiyeler sekiz köşeli midir?

2 saattir yatıyorum. manzaram, mavi gökyüzü ve beyaz şemsiye. arada bir başımı kaldırıp mavinin başka bir tonuna göz kırpıştırıyorum.
ulan, bir yılın muhtelif günlerinde sıklıkla bu anın hayalini kurdun, kurmaktan öte yaşadın. ama şimdi ne yapıyorsun? beynini maximum güç sarfiyatında çalıştırıp ona fırtına yaşatıyorsun: bu an gerçek mi? hiç bitmesin ister miyim? karların üzerinde yatıyor olsam nasıl olurdu? deprem olsa, tsunami olur mu? ultraviyole ışınları deri hücrelerimde şu an ne haltlar karıştırıyor? güneş koruyucuları gerçekten işe yarar mı? istanbul'da hava nasıl acaba?

-yeter! carpe diem, ma cherie!
belki de anın tadını bu şekilde çıkarıyorum. sürekli buradan uzaklaşıp geri dönmek, her seferinde hayalini kurduğum yerde olduğumu fark etmek. yaşadığı anın farkında değilmişim gibi kandırmacalarla olaya tat katıyorum. işte bu!

gözümü kapıyorum. okuduğum romanda adam arabacısı olmayan bir arabanın hızla ilerlediğini görüp nasıl dehşete düşmüştü! mümkün olmayan şeye adamın zihni hemen kanmıştı. sonra yere eğilmiş olan arabacı doğruluyordu da, adam bu kısa heyecanı atlatıyordu.

mucizelere inanmaya ne kadar hevesliyiz!

gözümü açıyorum. beyaz şemsiye... kısa etekleri rüzgarda dans ediyor. rüzgar var. ama şemsiye rüzgarla dans etmekten ziyade kavga ediyor olmalı. mavi gökyüzü.. içim huzurla doluyor.

gözümü kapıyorum. uçmaya başlasam mı? nereye gidebilirim? denizin üzerinde manzara hep aynı. belki bir ada. gözümü açsam ve kendimi denizin ortasında bulsam bir an. ne yaparım? ya da kumlar insan suretlerinde yükselip dans etseler? dalgalar yükselse, adımı yazsalar, dansederek. rüzgar...şemsiye...

gözümü açıyorum. mavi gökyüzü... öylece duruyor. muzipçe gülümsüyorum. beyaz şemsiye, hadi uç bakalım! işte yavaşça yükseliyor, şemsiyeyi uçuruyorum!

gözümü kapıyorum. rüzgarın uğultusu, dalga sesi, çocuk bağrışmaları... şemsiye yükseliyor. rüzgarın uğultusu artıyor. derken uğultuyu bir tangırtı bastırıyor.

gözümü açıyorum. mavi gökyüzü... beyaz...şemsiye yok!

yerimden hızla doğruluyorum. şemsiye, evet o kocaman şemsiye, yandaki şezlonga uzanmış, öylece yatıyor. benim dışımda herkesin, az önce ucuz atlattığım kaza için bana ve sekiz köşeli beyaz şemsiyeye vah vah ifadeleriyle baktığını fark ediyorum. bir de az önce ki şiddetli rüzgar akımında iyi bağlanmamış şemsiyenin önce yükselip sonra yatay bir hamleyle kendini yere attığını. başımı öne eğip, gülmemek için dudaklarımı ısırıyorum.

ben mi uçurdum bu şemsiyeyi?
hangisi önce başladı hayal mi, gerçek mi?
tümünü göster