''bu ülkede yaşıyorsan önüne konan tabağın içindekine itiraz edemezsin'' zihniyetinin yarattığı tedirginlikten hepimiz haberdarız. zira, birileri mutlak suretle laiklik yanlısı, atatürkçü, kemalist devrimlerin sadık koruyucusu, darbe anayasası yalayıcısı olmamızı bekliyor. hem kendi götlerinin selameti hem de akan musluğun akıbetini düşündüklerinden bizlere dayattıkları bu.

bu ülkede yaşamanın bir bedeli olduğuna inandırılmak istenmemizin yegane sebebi; payidar olması gereken devletin halkın üstündeki otoritesini pekiştirme çabasından başka bir şey değil. yani devletin sen, ben ve o'ndan değil de ''onlardan''(the others) ibaret olmasının önkoşulu; bizlerin ''bu ülkeye'' kendimizi borçlu hissetmemizden kaynaklanıyor. kendimizi; domatesinden, yeri geldiğinde tepedeki güneşinden bizlere nimet ihsan eden yüce devlete borçlu hisseder isek; koskoca paşaları, hikmetinden sual olunamaz yasa koyucuları yargılayamacağız. onları vicdanımızın derinliklerinde ölüme mahkum edemeyeceğiz.

bu ülkede yaşıyor isek; atatürkçü ve devrim muhafızı olmak zorunda bırakılıyoruz. hayatımıza müdahale eden mahkemelere ve onların kararlarına saygı duymakla mükellefiz(!) bundan bilmem kaç yıl önce bizim adımıza çizilmiş bir yolda ilerlemek zorunda kaldık. zira, birileri bundan acaip derecede nemalanıyor. add'ler, abdurrahmanlar ve de ''siktir git iran'da yaşacılar'' bu ülke edebiyatını yıllardır kullananların ta kendileri.

bizler önümüze konan tabaktakine itiraz edemiyoruz! çünkü; bu ülkenin ev sahipleri değil, misafirleri addedildik yıllarca. ve umduğunu değil bulduğunu yiyenlerden olduk her zaman. birileri milliyetçilik gibi laiklik gibi inhibitörleri damarlarımıza zerk etti. mutlak doğrunun, bizim için en idealinin bunlar olduğuna karar verdi birileri ve bizler uymak zorunda bırakıldık. zira devlet; tarladaki çiftçi, kentteki memur değil; kahraman paşalar, atatürkçülükle suçlanan dolar milyoneri başkanlar.