bazen çok büyüyorum. yüzümdeki ifade ve ses tonum değişiveriyor. ben hareket ettikçe dünyadaki diğer varlıklar geri çekiliyor, bana yer ve yol veriyorlar. sonra, mutlu olduğu için umursamaz, umursaz olduğu için vakur ve nihayet 'kadir' sıfatını 'prematüre sıfat heybesi'nde taşıyon aptal bir dev oluyorum. yalnız, güçlü.

bazen de alabildiğine küçülüyorum. balkona çıktığımda anlıyorum bunu. gökyüzü üzerime çökünce, ağaç karaltılarından, en uzaktaki gök cisminden medet ummaya başlayınca... karınca aramaya başladığımda, çiçeklere aval aval baktığımda... yalnız olduğumu farkedip aslında yalnız olmadığımı hatırlamam gerektiğinde... mahşerin aciz kalabalığındaki, küçük insan olarak.

'yardım isteyebilir miyim senden yaratıcı? buna yüzüm yok ama sen... rahman...''

***
başım bir otomobil camına yaslanmış kucağıma bakıyorum. üzerimde sarı bir eşofman var. -sarı- hayatımın köşebaşlarının fon rengi. suçluyum, pişmanım. ama kolumu kıpırdatmak istemiyorum. acziyetimi teslim etmişim. 'bırakmadığını sıkan, sıktığını bırakmayan' yaratıcı, merhametinden bir damla lütfediyor. otomobil beni indireceği yerde duruyor. gecenin en karanlık zamanı. nemli bir serinlik var. artık hayat akıyor ben duruyorum. kulağıma fısıldanan hurafeye hemen inanıveriyorum:

'ne dilersen gerçekleşir.'

çınarın doldurduğu karanlık avluyu geçiyoruz. dijital bir gösterge tarihi, saati, hava sıcaklığını gösteriyor. hala dünyadayız demek. içeri giriyorum. kalabalık. bu kalabalığın benim kadar ihtiyacı yok buraya. o yüzden burada değiller. cep telefonları, elzem sohbetler, uğultu... ufak bir 'girilmez' ihlaliyle sessiz bir köşe buluyorum. yere çöküyor, başımı mermer sütuna dayıyorum. başımı taşıyamadığımdan değil bu dayayış. insani bir kandırmaca girişimi. ben pes ettim manifestosu...
bir mikrofon cızırtısından sonra, bir şiir başlıyor:

er- rahman...

sesin ne dediğini anlamıyorum. ama öyle bir ahenk var ki içinde... iki üç ayette bir tekrarlanan 'febieyyi ala-i rabbikuma tukezzibani' sözlerini aklıma yazabiliyorum sadece. allahım bu hangi sure, ne buyurdun bize? benim müzik arşivim çok geniş ama, ahh utanıyorum!

şiir devam ediyor. anlamını bilmediğim kelimeler içime doluyor. hiçbir şey anlamıyorum. sadece iyileştiğimi hissediyorum. kitapçılarda dolaşırken fonda çalan müziğe hayran kalıp, satış görevlisine koştuğum gibi, gidip sorsam mı?

''-pardon bu okuduğunuz nedir, hocam?
+rahman suresi, hiç abdussamedden dinlediniz mi?''

***

insan yapımı milyarlaca melodi, üzerlerine yazılmış tonlarca sözün arasında debelenip kendime teselli aradığım çok oluyor. canım sıkıldığında tolstoy'un tasvirlerinde, goethe'nin depresif ninnilerinde kaybolmayı tercih ediyorum. peki neden, neden ilahi olduğuna iman ettiğim bir kitabın sözlerine ve o sözlerin ahengine kendimi hiç bırakmıyorum? muhattap olduğum en kıymetli söze kulaklarımı tıkamışken, herhangi bir dertten şikayet etmeye hakkım var mı? cevap ver, eskisi:
'o halde rabbinin hangi nimetlerini yalanlıyorsun?*(*rahman suresi 13. ayet)