ben de dahil olmak üzere katılanlarının hepsi sadece ak parti'yi destekleyen; diğer özgürlüklerle hiçbir alakası bulunmayan; kaypak; ülkenin en güvenilir kurumu olan yargının verdiği karara saygı duymayan; aydınlıktan ve aydın'lıktan nasiplenememiş kişilerden oluşan bir yürüyüştü. fakat herkes farkına varamadı bu gerçeğin. şeytan ayrıntıda gizlidir; bazı çok zeki insanlar bunu anladıklarından; yürüyüş esnasında atatürk lehine slogan filan atıp şeriata uygun "iki ileri bir geri" şeklindeki uygun adımlarımızı sabote etmeye çalıştı. zaten atatürk dememiş miydi, "türkiye cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz" diye?

eh iyi de, sözün niye işinize gelen kısmına atıf yapıyorsunuz? devamında ne demiş adam? "en doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır." hani nerede medeniyet? tek dişini de kırıp eline mi verdiniz yoksa?

bu yürüyüşe yöneltilen tenkitlerden biri "ortada darbe bulunmadığı" idi. darbe sadece postallarla değil, hakimlerin önündeki tokmaklarla da yapılabilir; bunu es geçiyor bu münekkitler. size gündemde olan kapatma davasının neden bir 'darbe' niteliği taşıdığını dilim döndüğünce anlatayım:

1950-1960 dönemi arasında demokrat parti tek başına iktidarken anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahipti. halktan aldığına inandığı gücü, iktidarda kullanmaya yeltenmekle büyük hata etti. devletin ali menfaatlerini ihlal ettiğine karar veren asker, hasan polatkan; fatin rüştü zorlu ve adnan menderes'in değil koltuklarını, kellelerini*(*kelle koltukta) bile götürecek bir darbeye girişti.

27 mayıs darbesi akabindeki dönemde tek başına iktidar olan sağ cenah partisi adalet partisi'nin başkanı süleyman demirel; önce öğrenci olayları ardından da 12 mart 1971'de gerçekleşen ve günümüzün e-muhtıra kavramının atası olan muhtıra vasıtasıyla yapılan darbe ile istifa ederek başbakanlığı nihat erim'e devretti.

asker, süleyman demirel'in yeniden başbakan olduğu dönemde, 1980'de muhtıra ile kalmadı ve demirel'le birlikte birçok siyasiyi siyaset arenasından mahrum kılan; binlerce kişinin ölümüne; çeşitli işkencelere maruz kalmasına sebep olan, cumhuriyet tarihinin en kötü darbesini (görüyorsunuz, darbeler arasında sıralama yaptıracak kadar kötü) gerçekleştirdi.

sonra değişti tabii her şey. devir internet devri olduğunda bu kez geceyarısı yayımlanan e-muhtıralarla dengede tutulmaya çalışııldı tek parti iktidarının sınırsız olmadığını birilerinin göstermesi gerektiğine inanılan gücü. oysa demokrasilerde sivil toplum örgütlerine düşecek olan görevi, asker bizzat gerçekleştirmiş oluyor; sistemin; varlığını armağan eylediği atatürk'ün kurmakla iftihar ettiği düzenin, demokrasinin köküne dinamit koyuyordu.

şimdi, postal seslerinin işitileceği bir darbe olması imkansız gibi. türkiye'nin siyasi, askeri, ekonomik, sosyal yapısı buna müsaade gösterecek durumda değil. o zaman yapılması gereken ne, halk denen cahil takımının ülkeyi ele geçirmesini önlemek için? üzerinde başka hiçbir kişi, kurum ya da kuruluşun denetleme salahiyeti bulunmayan bir organca; yargıca darbe yapılması. onlarca sene önce yazılmış ve ne anlama geldiği çok açık belli olan kanun metinlerini, ideolojik travmalarına kurban ederek aslında hukuku mundar eden hakimlerce darbe gerçekleştirilmek üzere...

sadece, insanların zihinlerinin derinlerinde yatan veya yattığına inandıkları amaçları delil olarak gösterip onları cezalandırmayı istemek, dünya tarihinde sanıyorum ki eşi benzeri görülmemiş bir maslahatgüzarlıktır. "bir parti sayısal çoğunluk var diye her istediğini yapamaz" ilkesizliği ile hareket eden nasyonal sosyalist (aslında sosyalist hiçbir tarafları yok ya, neyse) zihniyet, şeriattan çok daha tehlikeli bence. sayısal çoğunluk yanında ne gerekli sevgili sosyalistler? vatanını her şeyden çok sevmek mi? sevme'nin kıstası ve dereceleri nelerdir? bunu hangi kişi, kurum, kuruluş belirlemektedir? yoksa bu sadece sizin kuştan bile daha geri olan zekanızla ortaya attığınız bir saçmalıktan mı ibaret?

yürüyüş kısmına dönersek; slogan kültürü olmayan ve muhtemelen birçığu ilk defa bu tarz mitinge iştirak etmiş olan insanların hepi topu iki adet tezahüratı vardı.

polisin, galatasaray lisesi'nden öte geçilmesine rıza göstermemesi ise; şöyle açıklanabilir: "oğlum biz şimdi bunlara izin versek, 1 mayıs 1 mayıs diye diye kafamızın etini yerler. en iyisi yarı serbest bir mantalite ile hareket edelim; böylece iki tarafa da yaranırız: isviçre gibi"

velhasıl kelam; slogan atmak adetim olmasa da, sayısal olarak orada bulunmak bile gerçekten anlamlıydı. hrant dink'in cenaze töreninden sonra ilk kez böyle bir organizasyona katılıyordum. beklediğimden çok daha kalabalık ve güzel geçti. gelen; gelemese de bir şekilde oradaki tavrı destekleyen herkese teşekkür etmek gerek. bu ülke hepimizinse, ülkenin yarınları için herkes taşın altına koymalı elini...
tümünü göster