bu tarihin gördüğü en iyi operalardan biri, belki de en iyisi. oturup hepsini tek tek izlemedim, bilemiyorum. operanın metni, yani libretto'su virgil'in aeneid'ine uzanır, kerkinir. bestesi henry purcell'in; metnin yazarı ise poet laureate olmuş bir arkadaş: nahum tate. ki kendisi sonraları itin götüne sokulacaktır, bilemezdi elbet, neyse.

hikaye şöyle:

bizim prens aeneas ve adamları truva'nın hinlikle yakılması sırasında paçayı kurtarırlar. 'bize yeni bir yurt gerek yiğidolarım' demiş midir bilemem, ama yeni bir yerleşim yeri inşaa etmek için roma'ya gitmeye karar verdikleri sırada, arkalardan bir ses duyulur: milano'ya da uğrayalım; olur!

roma'ya gitmek üzere yola çıkan bu gençler rotayı şaşırırlar, soluğu da kartaca'da alırlar. misafirperver kartaca kraliçesi dido hanım kızımız, bunları bir güzel ağırlar, yedirir içirir filan işte. dido zaten sıkılmıştır devlet işlerinden. '- aa yeter laayn', diyecek kıvamdadır ya, aeneas'a kapılır, başına dert alır, lakin henüz haberi yoktur bundan. aeneas' da boş değildir, yakınlaşırlar, aşk başlar aralarında. ama gözleri felfecir okuyan, fesat mı fesat, göt mü göt, ibne mi ibne bir büyücü bu duruma sessiz kalamaz: büyüler.

bu büyü olayından sonra 'vatansız ben ne edem seni dido', der; kartaca'dan uzaklaşır, çeker gider. dido yalnızdır artık;

başlasın aryalar.

1. perde.

hikyedeki kartaca sarayında, dido, cariyelerinden belinda'ya aşkını anlatırken, prens aeneas damlar hemen, ortam bir güzel olur, aşk maşk filan işte. burası epey romantik.

2. perde.

götlek büyücü, büyüler prens beyi avdan dönerken. büyücü arkadaş deyvid kapırfiıld gibi acayip bi'şi, neyse. avdan dönen bu aşıklara tanrıların habercisi olan mercury' biçiminde görünür, ve der ki: zeus ile aynı kulvarda olan jüpiter, senin gidip truva'yı yeniden kurmanı istiyor. kem eder, küm eder, neyse 'vatan millet truva' diyerek, mecburen düşer yollara.

3. ve son perde.

liman, gemiler, askerler, aeneas ve dido. aeneas isyan eder, dido: bsg lan, der, olaylar gelişir.

***********

bir de benim bildiğim hikaye var. dido ve aeneas'ın hikayesi:

truva'yı izlemişsinizdir. idare ederdi. truva yakılıp yıkılırken, prens paris gizli geçitten birtakım adamlarla birlikte sıvışıyordu. bu esnada birine bir kılıç verdi: truva'nın kılıcı lan işte. kılıcın anlamı ise: onu bir truvalı taşıdığı sürece, her zaman için umut vardır! minvalinde. o gencin adı neydi? lacrimosa olacak hali yok lan işte, aeneas'tı. güzel şey.

gelelim mitolojiye, ki yukardaki yazığım anlam kazansın.

''aeneas aphrodite'nin oğludur ve zeus aphrodite'i aeneas'ın babasına aşık edip onu aşağılamak istemiştir. babası anchises aphrodite ile yattığı için arkadaşlarına övününce tanrıça tarafından ömür boyu kötürüm bırakılır. aeneas truva sülalesinin biraz dışında kalan üyesidir ve truva yıkıldıktan sonra kalan halkı bir araya toplayıp kendisine kehanet edilen, babalarının ana yurdunu aramaktadır.''

bu arayış sırasında yolunu kaybeden aeneas operadaki gibi yolunu kaybeder, kartaca'ya ulaşır. operadan farkı olarak ise, onun dido'ya aşık olması, kendi isteğinden değil, annesinin, yani aphrodite'nin gücündendir. o bunu sağlar kısaca. artık mutludurlar: bir süre için.
lakin bu aeneas'ın kalbi hafiften harca benziyor o sıralar. sonraları tamamen donmuş, beton olmuş. aa, yeter ulan, vatan millet çanakkale, der, gemilerinin tamiri de bittiğinden, çeker gider. bu gitme sırasında dido 'noluyo mına koyim' türevinden söylenir. aralarında şu alıntı olan konuşma geçer:

''- ama aeneas yemek yediğimiz masa,oturduğumuz taht herşey bana seni hatırlatıyor
- o zaman beni hatırlatan her şeyi meydana yığ ve yak.'' (artizlik yapıyor, adama bak)

bundan sonraki en acıklı yerdir ki, şöyledir: ''ama bana en çok seni hatırlatan şey kendi vücudum'' (vay mnskym) der, kendini yakar.

gerisi çetrefilli.

*******

opera ile efsane arasında fark var. beni bağlamaz.

diyeceğim şudur son olarak;

''remember me, but ah! forget my fate.''

(bkz: dido's lament)