iki satırlık bir mevzu koca bir memleketi nasıl olur da amip gibi parçalara ayırır anlayamıyorum. iki satıra geçmeden önce: anayasa mahkemesi'nin cumhurbaşkanlığı seçimine dair verdiği karardan sonra benim gözümde hukuk devleti özelliği bitmişti. o yüzden şaşırmıyorum bu jüristokrasi sevdasına.

anayasa mahkemesi'nin görev ve yetkileri başlıklı 148. maddenin ilk iki cümlesini hep beraber okuyalım:

"anayasa mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve türkiye büyük millet meclisi içtüzüğünün anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler."

şimdi, hukuk tekniği bakımından hangi yorum türünü tercih ederseniz edin, buradan çıkan sonuç şu: anayasa mahkemesi, anayasa'da tadilata gidildiğinde sadece ve sadece şekil bakımından denetleme yapabilir (yani meclis toplantı yeter sayısıyla mı toplanmış, karar yeter sayısı mevcut mu vs. vs. bok püsür yani). işte bok püsür olunca inceleyecekleri konu herhalde şöyle düşündü sayın hakimlerimiz:
- e iyi de vatandaşın gündeminde salt bu mevzu var. biz sadece şekil denetimi yaparsak, bizim hakkımızda kim konuşacak?

valla bravo. çok iyi beceriyorsunuz. kendinizden bahsettirmeyi. şayet anayasayı yapan iktidar, anayasa değişikliklerinin de muhteviyat bakımından denetlenmesini isteseydi, iki cümle arasında böyle açık bir kavram farklılığına başvurur muydu? hangi akıl izan bu soruya evet cevabı verebilir? yetki gasbı o kadar aleni ki, artık söylenebilecek hiçbir şey yok.

deniyor ki "gerekçeli kararı bekleyin. hemen konuşmayın." yahu, 367 kararında da aynısını dediniz, bir kişi bile hatırlamıyor gerekçeli kararın gündeme geldiğini. çünkü hiç de gerekçe olabilecek nitelikte değildi. minareyi çalacak beceriye malikse bir kişi, kılıfı hazırlamak en kolay işi.

vatandaşa soruyorlar: karar hakkında ne düşünüyorsunuz?
vatandaş diyor ki: bence çok iyi oldu. laiklik bıdı bıdı bik bik.

çünkü vatandaşın çükünde değil hukuk filan. çünkü verilen kararın hukuki değil siyasi olduğunu artık herkes kanıksamış. mahkemedeki hakimlerin kaçını sezer'in, kaçını özal'ın atadığının hesapları yapılıyorsa ve bu gayet normal karşılanıyorsa, daha ne denebilir ki?

bir de şu var: madem türban takılarak üniversiteye girilmesini sağlamaya yönelik girişim, hükümeti yargı kararıyla düşürebilecek kadar ciddi biçimde, devleti yok etmeye yönelik bir eylem. bence tez elden sokaktaki türbanlılar "anayasal düzeni değiştirmek" suçlamasıyla hakim karşısına çıkarılmalı. öyle ya, potansiyel bir tehlike sezdikleri için hükümete etmediğini bırakmayan yargı, lazer ışınlarıyla türbanın altındaki beyni okuyarak tespit ettiği suç unsurunu bu şekilde önleyip müreffeh, kemalist, devletçi, milliyetçi ama kendine milliyetçi yarınlara koşabilir...

böyle anlayışa sahip olmak için, insani tüm vasıflarını kaybetmiş olmak gerek. bu, hayvanların bile akıl edemeyeceği bir pislik çünkü...
tümünü göster