önünüze taşınan bir olaya nasıl hakim olacaksınız?

yargıtay başkanlar kurulu ile hükümet arasında yazılı olarak ve yüksek dozda yaşanan bildiri tartışmasına bir yanıt da danıştay başkanlar kurulu tarafından verilmiş. hakimlerin, kendilerine farklı bir statü biçerek içinde yaşadıkları sosyal çepere sırt çevirmeleri, adeta bir kabuk, bir kalkanla kendilerini dışa karşı korumaya almaları, 'juristokrasi' denen korkunç kavramın gerçekliğini ortaya seren davranış biçimleridir.

bu açıklamada şu şekilde akla ziyan cümleler kurulmuş:
"...hiçbir kimse veya organ, anayasadan kaynaklanmayan devlet yetkisini kullanamaz. anayasanın bu hükmüne bağlı olarak da yargı yetkisi, türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılmaktadır. görüldüğü üzere; yasama ve yürütme organları nasıl yetkilerini halk oylaması ile kabul edilen 1982 anayasası'ndan alıyorlar ise; yargı da, türk milleti adına kullandığı yetkisini aynı anayasadan almaktadır..."

yani diyor ki sevgili hakimlerimiz: yasama ve yürütmenin canı can da, bizimki patlıcan mı?
ben sorayım sevgili hakimlerimize: adalet denen sac'ın üç ayağından biri olan avukatlık mesleği mensupları niçin sizin kadar 'çığır'mıyor? niçin, meselenin 'yargılama' faaliyetinin de yürütme ve yasama ile müsavi (eşdeğer) olduğuna inandığınız halde sadece hakimler bazına indirgeyip sığlık yapıyorsunuz? sırf bu yönden bile inandırıcılığınızı yitirdiğinizin farkında değil misiniz?

hakimlerimizin, kendilerine yönelen eleştirilere bakış açılarını apaçık gösteren aşağıdaki satırlara dikkatinizi çekiyorum sevgili okuyucu:
"yetkisini anayasadan alan organların meşruiyetlerinin tartışmaya açılması, bu organların kamuoyundaki güvenilirliklerini zedeleyeceği gibi; böyle bir yaklaşımın, devleti zaafa uğratacağı gerçeği de gözlerden uzak tutulmamalıdır."

yani diyor ki hakimim, canım benim: benim varlığımı, meşruiyetimi tartışmaya açma. ben kafamın keyfine göre hareket edeyim. en doğruyu ben bilirim. kanunu koyan kim oluyor? onu en iyi ben yorumlarım! o daha kanunu resmi gazetede yayımlatmadan, aslında o kanunu koymakla ne yapmak istediği bana malã»m olur.

e, ama olmaz ki; böyle de atılmaz ki... avrupa insan hakları mahkemesi içtihatlarına göre, yargı organlarının varlıkları her zaman tartışma konusu yapılabilir; haksızca ve mesnetsizce, sırf yargı organını zedelemek kastı ile yapılan açıklamalar ise yaptırıma tabi kılınabilir. fakat hakimlerimiz bu kadarını bile çok görüyor. ağzınızı açıp en ufak bir eleştiri getirdiğinizde 'abalı' olup çıkıyorsunuz.

siyasetin kirliliğine bulaşmış bir hakimin verdiği karara, nasıl itimat edebiliriz ki? durduğu saf hangisi olursa olsun, 'saf tutan'... 'tutan' bir hakimin... 'tuttuğunu' herkese açıklayan hakimlerin, yarın 'taraf tutmayacağını' kim garanti edebilir?

hakimler sıradan insanlar değildir. onlar yarı tanrı'dır. çünkü insan hakları iki dudaklarının arasındadır. her yargılarında tanrısal bir tını olması bundandır. öyleyse, insanların gelmiş geçmiş en büyük zaafı olan 'politika'ya bulaşmamalıdır hakimler. aba altından sopa göstermemeli; daha açılmamış bile olan bir dava hakkında ileri geri konuşmamalı, aba altından sopa göstermemeli, yani doğmamış çocuğa don biçmemelidirler...

ama maalesef sistem o kadar kokuşmuş, o kadar bozuk ki, bu kokunun hakimlerin odalarına sızmaması için kapı altlarını kapatmak kifayet etmeyecek, koku anahtar deliğinden de olsa gidip hakimin cübbesine sinecektir...