gözümüzü aynada seyrettiğimiz ağlayan yüzden biraz alabilsek ne güzel olurdu, çevirebilsek ağlamaktan acıyan başımızı, bakabilsek kök salmaya başlamış ota, hala dalında tutunabilen yaprağa, her gün aynı tatlılığıyla ışıldayan güneşe. düşenleri, kopanları, parçalananları, tutunamayanları, sönenleri, dönmeyenleri göz ardı edebilsek. şöyle güzelce bir silsek geçmişte kalanları, silkelesek eteklerimizdeki kırıntıları. dikkatlice bakabilsek olan bitenlere. belki ilk defa, belki ilk ve son defa anlayabilsek sokaktan geçen seyyar satıcının ne sattığını. sadaka verdiğimiz dilenciymiş gibi bakmasak martılara, en azından gülüşlerini sevebilsek.

bir sabah kalkıp aynı kitaba tekrar başlayabilsek, bu sefer ne yazıyorsa dikkatlice okuyarak; baştansavma değil. bu sefer en azından o kitabı anlayarak okuyabilsek. her sahnesinde hissetsek anlatılanları, tahmin edebilsek sonraki sayfaları.

"gidiyorsun ve elimden bir şey gelmiyor" diyemesek. "gitme, ne istersen yaparım kara kuzum" diyebilsek. sarılabilsek, son kez sarılır gibi; sımsıkı.

ama olmuyor; gidiyor. ne kal diyebiliyoruz ne de gitme. pencereden bakıyoruz sonra. batan güneşle birlikte, kurumuş otların üzerine dökülen yaprakları görüyoruz gidenin ardından. martıların acı çığlığı, seyyar satıcının anlaşılmaz sözleri kulağımızda.
tümünü göster