islamiyet'in anlattığı tanrıdan bahsetmek niyetindeyim. bir başka deyişle allah'tan...

insanı kendi ruhundan/nefesinden yarattığını söyleyen bir tanrıdan bahseder islam. insan bu yönüyle kainatın da bir özeti konumundadır ve böylelikle yer yüzünde tanrının halifesi olur.[birazdan değineceğim]

tevhid allah'ın birliğidir. bununla birlikte insanın da birliğidir. kimse ırkından, renginden dolayı farklı bir konumda tutulamaz, imtiyaza mazhar olamaz. bu tevhide karşı gelmekten başka birşey değildir. zira herşey tek elden çıkmıştır.

allah geçmiş ve geleceği aynı noktada görebilme kudretine sahip. bu demek oluyor ki, ezelin ve ebedin hakimi. yani o'nun kader üzerindeki tasarrufu, noktasal bir bakış ve ''mutlak yaratılış'' kavramı ile bütünlük arzediyor. mutlak yaratılış; kişinin mekandan, çevresel etmenlerden soyutlanarak, ilahi yasaya olan bakışı anlamına gelmekte. yani kimse allah'ı tanımayan bir toplumda doğduğu için ateist olmuyor, zira o tanrıyı tanımayacak bir fıtrata büründüğü için orada doğuyor. o'nun küfür toplumunda doğması, kafir olmasının sebebi, ön koşulu değil. zira hz.muhammed seçildiği için değil, ezelde ilahi yasaya en uygun kişi olduğu için peygamber olmuştur. ve allah o'na hitaben; ''gördüğüm bu kulun yüzü suyu hürmetine kainatı yaratırım'' demiştir. yani; ''ben bir adam yaratayım ve o'nun yüzü suyu hürmetine kisvesi altında kainatı yaratırım'' diye düşündüğünü sanmıyorum.

deliler, allah'ı tanımakla mükellef değiller. geri kalan herkese kendisine ulaşmak için asgari zekayı verdiğine inanıyorum. işte seçme hakkı burada devreye giriyor.

kuran'ın anlattığı tanrı; kendisine(tanrıya) doğru hareket halinde olmayı, insana, adeta bir ödev olarak veriyor. yani kendi nefesini üflediği insanın tanrısallaşmak ve onun sıfatlarına mazhar olmak gibi bir ödevi var. en-el hakk olarak da nitelendirebileceğimiz bu durum aslında, bir marifet değil, bilakis zarurettir. zira bu insanoğlunun en mühim ödevidir.

insanın tanrısal sıfatlara mazhar olmasını, o'nun bizlere verdiği bir ödev olarak ele aldığımızda, tanrı'nın paylaşma arzusunda olduğundan da pek ala bahsedebiliriz. ''hamd alemlerin rabbinedir'' kelamının manası; ''allah kullarını över, kulları da onu över.'' burada övme fiilini paylaşan bir tanrı söz konusu. bizim ödevimiz, yer yüzünde adaleti, eşitliği sağlamak. zira ahiret'te bu misyonu üstlenecek olan tanrı, bu dünyada görevi bizim sırtımıza yüklüyor. yani kurguladığı bu oyunu, biz kullarıyla oynamak niyetinde. bu oyunu paylaşmak istemesi, ancak kendi sıfatlarına sahip olma şansı olan varlıklar söz konusu olduğunda mantıklı olabilir. zira, özgür irade vermediği bir canlının dünyada adalet sağlayıp sağlamamasının ne önemi olurdu? o'nu tanıyıp/tanımama, o'na itaat edip/etmeme mevzusu da karşılıklı paylaşımın arzulandığı sistemin işlemesi için gerekli. zira, otonom bir sistemle bu oyunun başlaması/sürmesi mümkün gözükmüyor.

o, insana kendi gibi olmayı vaadetmişken, insanın o'nu tanımamasının pek ala bir müheydesi olacaktır. bu bağlamda, dünyanın çarpıklıklarının o'nun varlığını anlatan felsefelerle çelişik olduğu düşüncesi mantıklı değildir. bunun yerine, felsefi bir altyapı ile yok olduğuna dair çıkarımlarda bulunmak daha mantıklı. ''tanrı olsa, dünya bu kadar adaletsiz olur muydu'' tavrı, o'nun yokluğuna delalet değil anlayacağınız. zira, o'nun bu dünyanın adaletli olduğuna dair bir iddiası da yok. bu dünyadaki düzeni kendisi gibi olmaya muktedir kıldığı insanoğluna yükleyen tanrı, mutlak adaleti ahirette tamamlayacaktır.
tümünü göster