münir nureddin selçuk diyorum ben. fakat ileride aratan filan olursa bu adla aratır ismi, o yüzden başlığı böyle açmış olalım.

bu akşam, karaköy vapuru haydarpaşa'ya yanaşırken, dilime 'gümüş saçlarına eğdim başımı' dolanınca "ya hu" dedim, "100 tane birbirinden farklı enstrüman varsa dünya üzerinde, üstadın sesi 101. enstrümandır. o derece nev'i şahsına münhasırdır. ve öyle ki, orkestrayı gölgede bırakan bir solisttir zat-ı alileri"

günün birinde arkadaşı ile kayığa biner ve boğaziçi'ne doğru yollanırlar. ısrarlara dayanamayarak bir 'şarkı patlat'ır münir nureddin. tabii zamanında motor gürültüsünün esamesi okunmuyordur; koca şehir için mehtap, sessizlik de demektir. bu sessizlikte böylesine güzel ve güçlü bir ses sahildeki yalılardan birinde işitilir. yalı balkonundan bir adam çıkar ve kayığa doğru seslenir: "münir nureddin misin be adam?" evet, münir nureddin'dir fakat gidip keyfiyeti soruyu sorana izah da edecek değildir...

yaşamak istediğim zamanlar var: neron'un yaktığı roma'yı; kayıp kıta mu'daki uygarlığın ufak bir uzantısının üzerine konuşlandığı efsane kent atlantis'in suya gark oluşunu; koca koca gemileri kızaklarla haliç'e indiren ecdadımın harpteki asaletini; hz. isa'nın çarmıha götürülüşünü; kızıldeniz'in pare pare olup firavun'a mezar oluşunu; çanakkale savaşı'nda atatürk'ün ölmesini önleyen saate kurşun isabet etmesini; orhan veli'nin gündelik hayatını; oğuz atay'ın ölüm anını; ve münir nureddin selçuk'un 1964 yılı istanbul konseri'ni yaşamak isterdim beş duyumla...