şeytantırnaklarından kolyeler yapıyorum uzunca bir zamandır hem de hiçbir şeytanı öldürmeden. sanırım onlar da tırnaklarından ayrılmak istemiyorlar dizi dizi sıralanıyor boynuma.boyuna bir şeylerden bahsediyorlar susmadan. yalnız kaldığım zaman daha net duyabiliyorum konuşmalarını.

işte efendim akşamlardan bir akşam, bira bardağı önümde ben, kah onun önünde kah onun köpüğündeyken zamanın üstünde kısalan sigaraların gölgelerini izlerken baktım ki her yudumdan sonra boynumdan kulaklarıma uzayan sesler, ben diyim üç sen de beş vakit sonra olucaklardan tutta hayatımda ki uzunlu kısalı düşmanlardan, ağzında kötü haberiyle üstüme pike yapan kuşlardan, büyüğünün midesinde can çekişen balıklardan, yüreğimin nasıl da kabardığından bahsetmekteler. bir yudum daha alıyorum, hasetlerin heveslerine tıkayıp kulaklarımı kendi nefsimin cılız sesinde, oturup uzunlu kısalı açık kapalı tüm yollarımı aramaya koyuluyorum, bira bardağında türlü çeşitli asılı kalmış köpüğün beyazlığında.

dibini beklemeden her yudumda her bardakta öylesine modern zamanların tüm dijital ekranları gibi durmaksızın yenilenen bir oyalangaç yaratıyorumm kendime. üstelik artık, yok efendim sandalyenin üstünde bir dinazor var ilerdeki tavşanın sırtına atlyamaya çalışıyor gibi , gündelik hayata uyarlanması zan meselesi olan yorumlarda yapmıyorum. tırnaklarından ayıramadıklarım da el verdiler bana artık etrafımdakilere de bakabiliorum ya da fallarına bakabiliyorum desem daha doğru. cukkayı da sağlamladım böylece öyle ya kendi bardağımdan ilham almadan başkasının falına bakamıyorum nede olsa(!). uzun sapın kısası itinayla bira falı bakılır, itinadan kasıt tırnaklarla kazıyarak bugünlere gelme meselesidir.