tertemiz bir dünya arzusu yaşamanız ve bununla birlikte din/tanrı kavramından biraz tiksinmeniz sonucu çok rahat savunabileceğiniz bir düşünce. bunu hakkıyla savunan hiç de azımsanmayacak bir topluluk var. hem de, bu aralar çok revaçta.

bilinen, çeşitli veriler ile anlaşılabilen 7-8 bin yıllık insanlık tarihinde tek bir toplum vaki değildir ki; dini inanca sahip olmasın. afrikanın en uç ormanlarında ruhlara tapan kabilelerden tutun da, orta asya bozkırlarında doğa olaylarını, gökteki yıldızları, göktaşlarını ilah addeden toplumlara, antik yunanda her duyunun, maddenin ve de anlaşılamaz kavramların farklı tanrılar tezahürü olduğuna biat edenlere ve de semavi kitaplara, onları tebliğ eden elçilere iman edenlere kadar geniş bir din skalası göze çarpmakta. bugünkü tarihsel bilgiler ışığında, tanrıtanımaz bir toplumun dünya üzerinde yaşadığı ve belli bir alana egemen olduğu söylenemez. vaziyetin böyle olması ve savaşın da tarihsel bir gerçeklik olması durumunu göz önünde bulunduracak olursak; her zaman iki dindar(!) tarafın savaşmak zorunda olduğu gerçeği ile karşılaşırız. zira bu matematiksel bir formül niteliğindedir:

* bütün toplumlar dindar
* savaşın gerçekleşmesi için karşılıklı taraflar olması zorunlu

sonuç: iki din sahibi topluluk savaşır. [2*2=4]

lakin bunların çıkış amacı mı din, yoksa din sahibi olanlar[istisnasız her toplum] savaştığı için en göze batan etmen mi din? daha açık bir ifadeyle, insanlar belli amaçlar[para, toprak, güç, egemenlik] için mi savaşıyorlar, yoksa dinlerinin bekası için mi savaşmaktalar?

''din toplumların afyonudur'' tespiti, statükoyu, hakim zümrenin selametini koruyan ve halkın cahilliğinden yararlanan din anlayışı için geçerlilik arzetmekte. altın saraylarda yaşayan karun'ların, put turizminden nemalanan ebu cehil'lerin, cennetten arsa satan papaların ve de halkın zulme/adaletsizliğe karşı isyanını korkuyla ve de ahiret ile bastıran ruhban şeyhülislamların din sahibi olmadıklarını mı düşünüyorsunuz? hayır, onlar; şirk dininin[statükodan ve eşitsizlikten nemalanan] temsilcileri. yani onlar dinsiz değil, bilakis hiçbirimizin ol(a)madığı kadar dindarlar!

ve onlara karşı gelenler, hakikati temsil eden elçilerdir. firavun'un köhneleşmiş hakimiyetine karşı gelen musa, nemrut'un buram buram debdebe kokan saltanatına başkaldıran ibrahim ve de kureyş'in kadınlarını, kız çocuklarını insan yerine koymayan ebu leheb'in, ebu cehil'in karşısına dikilen muhammed. onlar aynı zamanda statükoya, eşitsizliğe ve de her türlü zalimliğe başkaldıran cesur isyankarlar, büyük devrimcilerdir. ve bu din, tarih boyunca şirk dini ile savaşan tevhid dinidir. ve tarih boyunca hep bu iki din birbiriyle ya da iki şirk dini birbiriyle savaşmıştır.

ancak ne şirk dinlerinin birbiriyle savaşmasında, ne de tevhid ile şirkin savaşmasında amaç din değildir. tevhid, hakikati haykırarak adaletsizliği ortadan kaldırmaya çalışırken, şirk statükosunu muhafaza etmeye çalışmıştır. yani tevhid avamın, ezilenin yanında olurken[evrensel bir bakıştır aynı zamanda], şirk ise kendi götünü kurtarmanın derdindedir. yani ne vatikan'daki papa'nın baba-oğul-kutsal ruh umrundadır ne de kureyş haşmetli putları adına cihad ilan etmiştir. onların tek amacı, bulundukları mevkiyi korumak ve bu durumdan nemalanışlarını payidar eylemektir.

o halde, bu yer küreye aslında iki tane din inmiştir. birisi batılın, zenginin ve de güçlünün yanıda olan din; şirk dini, diğeri ise hakikatin ve ezilenin yanında yer alan ve her ne konumda olursa olsun korkmadan adaleti haykıran din; tevhid dini. hal böyle olunca; iyinin ve de kötünün çarpışması din savaşı olarak algılanmıştır. oysa bu; ezilene kanat gerenle, zalimliğe çanak tutanın, yani isyan ile zulmün çatışmasıdır. en açık tabirle bu; hakikat ile batılın ya da iyi ile kötünün savaşıdır. olması zorunlu bu savaşa karşı çıkmak; hümanist bir bakış değil, bilakis zalimane bir tavırdır.