the prestige
bi arkadaşım var bu filmden sonra sapıtan. beni apar topar alıp sinemaya götürdü. bir gün öncesinde tek başına gidip izlemişti ama dedi ki hakkında konuşmayalım. iyi dedim. neyse girdik biz filme, oturduk yerlerimize, reklamlar başlayıp da görevliler salonu terk edince bu yanımdan kalkıp görüşürüz diyerek öndeki boş sıralardan birinde kendine bir yer bulup oturdu. ben de iyi bir filmi yanımda biri varken izlemek istemem ama bununki de biraz terbiyesizlik dedim. sanki ben konuşacağım film sırasında. mesele konuşmam değilmiş, sonrasında böyle söyledi, en azından nefes alacakmışım. oha. neyse ayrı ayrı yerlerde izledik bitti. hakkında konuştuk günlerce. o bana kaçırdığım bütün detayları anlattı, ama asıl cevaplara geldiğimizde ben avcumu yaladım. biliyorum diyor ama söylemiyor pislik. hırs yaptım sonra, gittim filmin dvd'sini buldum hemen. kaç kere izledim bilmiyorum ama asıl cevap dışında her şey yerli yerine oturdu artık. uzunca zamandır hakkında yazmak istediğim bu filmin meraklıları için, bugün bolca bulunan vaktimi heba edeceğim şimdi.

öncelikle yok şöyle şahaneydi böyle manyaktı izlediğim bilmem ne film olaylarını geçelim, kifayetsiz olur zira. geçeceğimiz bir başka şey de, bütün o olağanüstü zeka ürünü küçük detaylar. sadece soru-cevap oynayacağız burda. rastladıklarımız içinde, film hakkında konuşmuş kim varsa ve kim ne tür şeylere cevap aramış, bulmuş, bulduğunu sanmışsa, olduğu gibi alıntılayacak ve onlar üzerinde duracağız sadece.

--------aşmış spoiler---------

en çok sorulan soru tesla'nın makinesinin çalışıp çalışmadığı, dolayısıyla ölenin angier olup olmadığı ki, bu zaten komik bi soru olduğu için üzerinde durmayacağız bile. o onlarca su tankını ve içlerindeki cesetleri kimsenin gözüne gözüne sokmayacağız. elbette çalışıyor yuh artık. ikinci ve daha önemli olan soruysa makinenin çalışma prensibi. bu hem bir teleportasyon hem de bir klonlama makinesi mi, yoksa sadece klonlama makinesi mi, yoksa tek nesneyi alıp iki özdeş nesne yaratan bir makine mi?

mesele şu ki, tesla'nın yapmaya çalıştığı şey bir teleportasyon makinesiydi, ama işler beklediği gibi gitmedi. şapka yerinde kaldığı zaman başarısız olduklarını düşünmeleri bu yüzden. "pozitif bilimler, ne yazık ki her zaman pozitif değiller." ortada bir klonlama hadisesi mutlak var ancak tam olarak nasıl çalıştığı, yani aynı zamanda teleportasyon yapıp yapmadığı, klonlananın hangisi olduğu, hatta son ihtimalde iki özdeş nesne yaratıyorsa nesnenin aslına ne yaptığı gibi sorular çok da önemli değil; çünkü her türlü durumda angier'ın orijinali artık sağ değil, bunu biliyoruz. salon sahibine yaptığı gösteride klonlanmadığını, sadece taşındığını düşünenler var, orda da yine zeminin bir altı ve o altta bir su tankı olmadığını neden düşünmüşlerse. (ki o sahnenin bi alt katı var; söz konusu makine ve bütün ceset dolu cam kutular oraya indiriliyor sonunda. angier'ın borden tarafından öldürüldüğü yer orası aynı zamanda.) kaldı ki makine istenildiğinde yalnızca teleportasyon yapabiliyorsa zaten ne gerek var onlarca angier'ı öldürmeye?

gelelim asıl önemli detayların olduğu karakterle ilgili karmaşıklığa ve önce angier'dan başlayalım, çünkü önemsiz olan da onunla ilgili cevaplar, kolay olan da.

- ölen her seferinde angier'ın klonu muydu yoksa kendisi mi ölüyordu?

bunun bi önemi yok, çünkü zaten ölenlerin de, kalanların da hepsi orijinal angier'lardı. tesla'nın angier'e "hepsi sizin şapkanız" dediğini hatırlayın. siz angier'ın son sahnede cesaretini açıklarken "bu kez hangisi olacağını bilmemektir cesaret, kutudaki mi, yoksa prestijdeki mi." deyişine aldırmayın, angier'ın makineye girerken umrunda olan şey orijinal kalıp kalmayacağı değil, hayatta kalan angier olup olmayacağı. o sözü yanlış anladık ve gereksiz sorulara takıldık bu yüzden. hepsi de aynı duygularla, aynı anılarla, aynı acı ve hırslarla angier'ın bizzat kendisiydi zaten. ama siz illa da onlardan birini orijinal kabul etmek istiyorsanız, şu çok açık ki orijinal kabul edeceğiniz angier ya ilk, ya da ikinci denemede öldü. orijinalin makinede kalan olması durumunda ikinci (kutuya düşüp boğuluyordu), makine dışında ortaya çıkan olması durumunda ise ilk denemede (diğer angier tarafından vuruluyordu) ölmüştü zaten.

- en son öldüğü sanılan gösteride angier, borden'ın sahne arkasında olduğunu nerden gördü de ortaya çıkmadı?

angier zaten bekliyordu borden'ı. kılık değiştirmiş olsa bile sahneye kadar gelip de makineyi inceleyen bir adamın borden olduğunu anlaması zor değil, üstelik sadece yerine dönüp dönmediğini takip etmesi yeterli olur, borden'ın sahne arkasına yöneldiğini elbette gördü. ortaya çıkmama nedenine gelince; borden sahne altına inip onun öldüğünü gördükten sonra çıkıp angier olarak hayatına devam etmesi beklenemez. zaten sahte bir ölümle bambaşka bir hayata başlamayı çok önceden planlamıştı, sınırlı sayıdaki son gösterisi olacaktı bu. hem dilediği kadar zengin olmuş (ki detaylarına da değineceğiz), hem de "en büyük sihirbaz"ın kendisi olduğunu ispatlamışken daha fazla tatmine ihtiyacı olamazdı. ancak, çıkıp da bi gün daha iyisini yapamaması için borden'dan da kurtulması gerekiyordu. özetle: "real transported man" daha iyisinin asla görülemeyeceği bir gösteri olarak kalırken, "great dalton" da, kendisinin büyüklüğünü sindiremeyen bir rakibi tarafından öldürülen "en büyük sihirbaz" olarak tarihteki yerini alacak. borden da cinayet suçundan asılacağına göre, hem karısının intikamını almış, hem de büyüklük savaşını kazanmış olacak. anlayacağınız, angier bunu yaparak bir taşla dört kuş vurmuş oldu ki, siz de olsanız çıkmazdınız, sorunun cevabı bu kadar açık.

- angier'ın o su tankında her gece boğulması cinayet miydi intihar mı?

ya ikisi de, ya da hiçbiri. yani makineye girmek intihardır ve cinayettir ama ölenin siz olup olmayacağınızı bilmiyorsanız iki kategoriye de girmez. tabi düz mantıkla makineye girenle kutuya düşen aynı kişi ise intihar, değilse cinayet olabiliyor. cevabı angier'ın klonlanma kabul ettiğimiz hadisesini biraz daha açarak verelim. aşağıdaki şemada ayrıntıları daha kolay bulabiliriz;

http://laneth.us

buna göre açıklayacak olursak diyebiliriz ki:

- angier b ve angier c'den biri zaten angier a'dır.
- b ve c, bölünme anında tam olarak aynıdırlar ve bizi ilgilendiren asıl kısmı olarak; aynı geçmişe sahiptirler.
- b kutuya düşüp öldüğünde, c ölümle ilgili hiçbir şey bilmez ve ilgilenmez.
- c, bir sonraki klonlamada kutuya girecek olan (angier d) olsa bile, yola devam eden angier'ın (angier e) yine "kutudaki adam olmak" hakkında hiçbir fikri olmayacağından, kendini rahat rahat ve tekrar tekrar boğmaktadır. boğmaktadır, çünkü cutter onu kandırmış, boğulmayı eve gitmeye benzetmiştir. (insan kendine kıyabilse bile bari acı çekmesin diyor yani.) aynı zamanda karısının ölüm biçimini seçen angier, ona olan aşkını da kendine ispatlıyor olmaktadır falan filan.

angier'la ilgili sorularımızı bitirmeden önce, size filmde yer almayan ama kitabı okuyanların bildiği bir şey söyleyeyim; bu angier nasıl öyle kısa zamanda çok çok zengin oldu biliyor musunuz? makineye kopyalattığı tek şey kendi bedeni değildi. *(*para)*(*altın)*(*oh mis)

--------------------------------------

gelelim borden'a. uzun hikaye bu adamınki ben de yoruldum yani, yaz-çiz-boya, bi yere kadar. ama devam edeceğim. şimdi filmi izlemeyenler başta olmak üzere, izleyip de çok fazla bişi bulamayanlar filan varsa, ne anlatıyor bu deli bu kadar uğraşıp diye düşünebilir, manasız bulabilir, çirkefleşebilir, anlarım. ama şu kadarını söyliyim size, günlerce kafayı sıyıranlar var bu uğraştığım sorular yüzünden. nasıl dikkatle okuyor onlar her yazılanı bir bilseniz. e dikkat hastalığı bize zaten bu filmden kaldı. neyse devam edelim. borden'da kalmıştık.

onunla ilgili sorulara başlamadan önce, bi kere bu ikisini birbirinden ayıralım. zaten ayırınca bütün parçalar yerine oturacak ki, asıl dikkat isteyen de bu ayrımdı bu yüzden. şimdi bunlardan birine alfred, diğerine borden diyeceğiz, çünkü onlar öyle yapıyorlar. bunu filmin pek çok yerinde görebilirsiniz; "bana alfred deme", "bana borden deme, adım alfred" gibi replikler geçiyor filmde. ayrımı bir kez yaptıktan sonra tavırlarından bile ayırabiliyorsunuz artık. şimdi hangisi hangisi ve nasıl tipler onları anlatalım.

borden sarah'a aşık. (asistanlık yaptığı o gösteri sırasında sarah'ı görüp aşık oluyor. gösteri sonunda alfred ile yer değiştiriyorlar, plan belli. alfred sarah'ı yemeğe götürüp ardından evine bırakıyor. kapı önünde ayrılırlarken kız kendisine borden diye hitap edince "alfred. ismim alfred." deyip ayrılıyor. borden içerde.) çocuğun babası da o yani, aklınıza ters bişi gelmesin. (sarah'ın hamile olduğunu öğrendiğinde alfred'in verdiği tepki salakça gelmişti size de değil mi? "aman tanrım, bu harika bir şey, fallon'a söylemeliyiz!")

alfred olivia'ya aşık. (kız beni yanınızda işe alın diye atölyeye geldiğinde ve ona borden diye hitap ettiğinde, yine alfred olduğunu belirtiyor zaten. kıza orda aşık oluyor ve de.) filmin içinde bazen bize alfred borden'ın düşünceleri gibi gelen ve aslında alfred ve borden'ın diyalogları olan cümleleri yeniden izlediğinizde daha kolay anlaşılıyor, şöyle bir bölüm var mesela; "bence kız doğruyu söylüyor. bence ona güvenemeyiz. ama ona aşığım. öyleyse aşkını kanıtlaması için onu bir sınava sokman gerek." ve alfred bu sınavlara sokuyor kızı, malum. olivia'ya alfred'le olan ilişkilerini doğru bulmadığını söylediği gece, orda olan borden. olivia ona alfred dediğinde "bana öyle deme lütfen." diyor, kız öpmeye kalkınca kötü hissediyor. aynı şekilde, alfred de aşık olmadığı sarah ile birlikte geçirdiği zamanlarda her şeyi mahvediyor.

başka ne kaldı? elinden vurulan alfred. parmakları tornayla kesilen borden. bi de angier tarafından fallon kılığında kaçırılıp gömülen borden, onu kurtaran alfred. akşam yemeğinde sarah'la kavga eden alfred. "git konuş onunla, gerçeği biliyor, onu sevdiğime ikna et." diyen borden. sarah'ı ikna etmeyi beceremeyip üstüne bir de intiharına sebep olan alfred.

angier'a yönelik dolapları çeviren kişi alfred. borden'ın bazılarından haberi bile yok. mesela günlük planından. angier atölyeyi dağıttığında "defteri mi almış?" diye sorup endişeleniyor. borden çok fazla şey bilmiyor, sadece sergiliyor, o numaraları tasarlayan alfred. sihirbazlık hakkında her şeyi çok iyi bilen alfred, borden hemen hemen hiçbir şey bilmiyor. hırsları yok. fena halde hırsları olan alfred'e "neden daha iyisini yapamıyorsun?" diye kızan borden olsa da, dengelemeyi ve gerektiği yerde durmayı biliyor. angier'ın son numarasının ardından, "tamam, bitti. üstüne gitme, pes ediyoruz. angier'ın peşini de bırak." diyen borden. ama alfred onu dinlemiyor ve malum, hırslarının kurbanı oluyor üzücü bir sonla. yani yakalanıp hapse giren alfred. zaten içerde bütün hünerlerini sergilediğini görüyorsunuz. borden'a "seni dinlemediğim için üzgünüm. sarah için üzgünüm..." gibi şeyler söyleyen, ölürken bile sihirbaz olan alfred... asılarak ölen alfred... ( 29. seferde hala içleniyorum.)

şimdi gelelim sorulara.

- hangi borden langford düğümü attı?

ne yazık ki borden attı. düğümler hakkında hiçbir şey bilmiyor (isimleri de dahil), bilen ve o düğümü öneren alfred'di. borden'ın bundan haberi bile yok, böyle bir niyeti de yok, sadece angier'ın karısı kafasıyla işaret edip ne olduğunu bilmediği "başka" bir düğüm atmasını isteyince, ne yaptığını bilmeden bi düğüm atıveriyor. alfred sorduğunda ("ben de her gün kendime bunu soruyorum.") "bilmiyorum" demesi bu yüzden. gerçekten de hangi düğümü attığını bilmiyor. alfred de o düğümü görmediği için, ikisinin de bilmiyor olması gayet anlaşılır bi durum, yalan söylemez bu çocuklar, kafamı bozmayın.

- neden sonunda kimse borden'ı ya da ikizini kurtarmaya çalışmadı, angier'ın yaşadığını bildikleri halde; ne ikizi ne de cutter?

cutter angier'ın yaşadığını öğrendiğinde çok geçti, vakit olsa da bir şey yapamazdı zaten. borden'a gelince, alfred'in borden'a angier hala yaşıyor dediğini duyan olmadı aranızda değil mi? belki borden'a bu sırrı veren cutter olmuştu, yani alfred öldükten sonra. hem alfred bunu borden'a neden söylesin ki, söylese bile borden ne yapabilir? ona kim inanır, fallon'a hem de? angier'ı tutup getirse bile, angier'a ait olan o cesedi nasıl açıklayabilir? onun bir başkası ya da bir başka angier olduğunu ispatlamak, cinayet suçunu ortadan kaldırır mı? neticede biri öldü. ve öldüren(!) yakalanmıştı. bu yüzden, hiçkimse bir şey yapamazdı, endişelenmeyin.

gelelim borden ve alfred ikiz mi yoksa klon mu sorusuna, ki en önemli soru zaten bu. klon değiller öncelikle. kolay açıklanabilir olanı seçiyorum önce, bununla ilgili sorularsa şöyle;

- borden'ın makineden haberi var mıydı?

elbette yoktu. borden ve alfred klon değiller, unutun bunu. şok oldu borden angier'ın numarasını gördüğünde, hiçbir anlam veremedi.

- ya borden hiçbir şey anlamazken alfred her şeyi biliyorsa? hangisi bilmiyor? biri biliyor olamaz mı?

olamaz. alfred de bilmediği ve bu yüzden çıldırdığı için borden'ı dinlemedi ve angier'ı her yerde izleyip olanları anlamaya çalışıp durdu. ölmesine sebep olan da bu merak oldu zaten. ikisinden biri makineden haberdar ya da zamanında o makineyi kullanmış olamaz. bi kere yukarıdaki şemaya göre gayet açıktır ki; zamanında klonlanmış olsalar, klonlanma anına kadarki geçmişin aynısına ve aynı anılara sahip olduklarından, birinin bundan haberdar olmaması mümkün değil.

- öyleyse neden angier'ı tesla'ya yönlendirdi? tesla'yı nereden tanıyordu?

alfred? evet bütün bu oyunları angier'a düzenleyen o. hani zaten angier'ın gömdüğü borden'dı, belirtmiştik, alfred de o sırada bu oyunu planladı işte. zaten teknoloji fuarı gibi bir yerde görmüştü bu tesla'yı, tıpkı angier gibi. hatta sihrine ihtiyacı olmasa da elektriği görsel bir malzeme olarak kullanmıştı sonraki gösterilerinde; ilk gösterilerdeki sade kutuların yerini üzerinde elektrik akımı olan ve daha karmaşık görünen düzenekler almıştı tesla'dan alınan ilhamla. ve onu tesla'ya gönderdi, çünkü hem bilim her türlü sürpriz iddiaya olabilir mi diye bakılabilecek bir alandı, hem tesla taaa dünyanın bi ucundaydı (yani angier'ı yeterince oyalayabilecek kadar uzakta), hem de tesla bu kazı bi güzel yolar diye umuyordu, o da bi taşla bi sürü kuş vurmak için. ama vaat edilen sürpriz gerçek oldu netice.

- peki o zaman tesla nerden biliyor angier'ın, borden'ın yer değiştirme numarasını yapabilmesi için kopyalanmaya ihtiyacı olduğunu?

tesla bunu bilmiyordu ki. belirttiğimiz gibi, bir şeyi klonlamaya da çalışmıyordu. o ışınlama peşindeydi, ve eğer angier'ın dediği gibi daha önce bir sihirbaz için böyle bir makine yapmışsa, bu asla borden ya da alfred değildi. (aylar sonra gelen edit eklentisi: bazı sitelerde hala alakasız sorular üretiliyor. tesla ile angier arasında geçen konuşmaların hiçbir bölümünde borden ismi geçmiyor, kıçınızdan diyalog uydurmayın.) her şey bi yana, bu çocuklar makine için değil tesla'ya bir servet ödemek, karınlarını doyuracak parayı bile zor kazanıyorlardı. tesla'ya bi makine yaptırmak ancak angier gibi aristokrat takımına göredir. (şaşırmayın, angier zaten lord'du. kendi kendine idare etmeyi seçmiş olsa da hep zengindi yani babadan.)

- öyleyse alfred ve borden ikizdiler?

hayır. ikiz de değildiler. geldik en zor açıklanacak olan kısma işte. neden değildiler? çünkü sadece ikiz olsanız, hayatınızın sadece gerekli bölümlerini paylaşmanız yeterli. ikiz kardeşinizin karısıyla ya da sevgilisiyle siz uğraşmazsınız, bırakırsınız ona, kendi işini kendi halleder. ya da sevgili karınıza gerçeği açıklarsınız bile demiyorum, sırlarına olan bağlılıkları buna engel olabilirdi belki diye. ama asıl ihtiyacımız olan cevap alfred'le sarah arasında geçen o son kavgada:

"alfred i can't live like this!!!"

sarah neler sayıklıyordu bi hatırlayın; "olivia'ya söyleyeceğim! bunu ona söyleyeceğim! daha fazla taşıyamam, senin gerçekte ne olduğunu biliyorum! alfred, senin ne olduğunu biliyorum, bununla yaşayamam!"

kocanızın bi ikizi olduğunu ve aslında sizi her zaman çok sevdiğini, hiç aldatmadığını öğrenseniz, bu sizi mutlu etmek yerine öldürür müydü? hayır, sarah'ın bildiği sır bu değildi. o sahneyi tekrar izlerseniz rahatlıkla farkedebilirsiniz. alfred ve borden ikiz değillerdi.

öyleyse neydiler? işte asıl soru bu. sır bu. saklanan bu.

"filmin her şeyi sonuna kadar açıklaması kötü olmuş." diyorlar bu ikiz numarasını yiyenler. ama işin aslını, filmi aslında olduğu gibi bir gösteri, bir illüzyon olduğunu düşünerek açıklayalım son bölümde.

----------------------------

"every great magic trick consists of three acts. the first act is called 'the pledge'; the magician shows you something ordinary, but of course... it probably isn't. the second act is called 'the turn'; the magician makes his ordinary some thing do something extraordinary. now if you're looking for the secret... you won't find it, that's why there's a third act called, 'the prestige'; this is the part with the twists and turns, where lives hang in the balance, and you see something shocking you've never seen before."

yönetmen, gösterinin bütün gerekliliklerini kusursuzca yerine getiriyor; önce hem borden'ı, hem angier'ı yok ediyor, sonra ikisini de geri getiriyor. birinin geri dönüşünü bir makineyle, diğerininkini ise ikiziyle açıklıyor. ve biz bunu yiyoruz.

peki, asıl gizlenen ne? asla açıklanmayan sırrı ne borden ve alfred'in? alfred sarah'ın küçük yeğenine sırrını neden saklaması gerektiğini anlattığında, aslında yönetmenin kendi sırrına olan bağlılığını da anlatıyor. öyle oynuyor ki izleyicinin algısıyla, alfred bu sırrı açıklamaya kalktığında angier'a gururundan yararlanarak o kağıdı yırtıp attırıyor mesela. ya da sarah tam her şeyi olivia'ya anlatacak diye beklerken biz, alfred'in söyledikleriyle kızı göçertip intihar ettiriyor. kısacası, o sır hiçbir zaman gözümüze sokulmuyor. deniyor ki filmin sonunda, anlamayanlara, beğenmeyenlere;

"now you're looking for the secret... but you won't find it because you're not really looking. you don't really want to know the secret... you want to be fooled."

anlamayanlar, zaten alkışlamıyor. alkışlayanlar ise, sadece anladığını zannedenler. ama hala çok dikkatli bakamadığımızı biliyorum sadece ve sadece. çünkü bilmeceyi çözenlere göre; o son cevap, mükemmel korunmuş olsa bile, yine filmin içinde, biz görelim diye. ama ne diye sormayın. sormayın yani, ben de bilmiyorum. ve sizi burada, prestijde, bana verilen tek ipucuyla bırakıyorum;

"no one cares about the man in the box."

abracadabra