içinizde ağlamayan yoktur herhalde, ağladıktan sonra utanmayan? var mı? hadi ya! ama bak bir şey diyeceğim, açıklayayım; ben gelişigüzel bir ağlamadan bahsediyorum. gelişigüzel...

"gelişigüzel" en çok sevdiğim kelimeler listesinin üst sırasındadır. arada sırada "baştansavma" anlamına geliyor olsa bile içindeki anlam çok daha farklı aslında, "baştansavma" kadar baştansavma değil, hele ki gelişigüzel söyleniyorsa; üstüne basa basa değil de gözlerin yarı kapalılığı kayıtsızlığında, "söylense de olurdu söylenmese de" tarzında.

ağlamaya bağlamam gerek bunu. gelişigüzel ağlama, adı üstünde gelişi güzel. ecel-i müsemmaya erişmiş bir aile ferdi, hısım, akraba için değil kesinlikle, gerçek bir acının verdiği fiziksel ağlayış hiç değil. yahu ben kime ne anlatıyorum, siz anladınız zaten ne demek istediğimi.

arada bana oluyor bu; kelebeğin güzelliğine, tavşanın sevimliliğine, gökyüzünün ihtişamına kapılıp da onlarca dakika ağladığım oluyor. bir filmin en alakasız sahnesinde; babanın oğluna sarılışında, annenin "canım kızım" deyişinde, ufak bir kardeşin ilahi masumiyetiyle soru soruşunda, neredeyse her ama her ufak ayrıntıda.

sorun da bundan sonra başlıyor zaten; "ben ne yapıyorum ya?" sorusu geliyor önce, "of şu halime bak" denerek psikolojik durum özetleniyor biraz sonrasında, "of şu halime bak" denerek fiziksel hal yadırganıyor aynanın karşısında. bir mastürbasyon sonrası sendromu ile karşı karşıya kalınıyor. bu seferki farklı ama; duygusal bir boşalma yaşanmış az önce. "neyse toparlayayım kendimi, kimse görmeden yüzümü yıkayayım, makyajımı tazeleyeyim". utanmanın etkisi zamanla geçip yerini tekrar şarj olmaya çalışan diğer duygulara bırakıyor. içeride bir karmaşa var, salınım yapan hisler birbirlerine çarpıyorlar; sessizlik sonrası fırtına bu. sonra ciğerler nefes, gözler heves alsın diye balkona çıkılıyor, kapkara bacanın üzerinde bembeyaz bir leylek görülüyor. içeriden tekrar birşeyler geliyor. salya sümüğe karışıyor...
tümünü göster