insanların hüzünlü oldukları mevsimdi. belki de doğanın canlı yeşilimsiliğinin sararıp solması, göğün mavisinin yerini gri bulut tabakalarına ve hareketsizliğe devredişinden dolayıdır tüm bu hüzünlü oluşlar.

eylül günleriydi. sabaha karşı kapının kırılırcasına güm güm güm diye sert bir şekilde vurulmasıyla evdekiler yataklarından fırladılar. hasan etrafına baktı ilkin. odadakileri süzdü tek tek. daha sonra "kim o?" dedi. kapıyı vuranlar "postacı" demekle yetindi. hasan, gecenin bir yarısı postacıların evleri dolaştığını ne görmüş, ne duymuştu. hem bunca yaşına rağmen mahallelerine uğramayan postacı nasıl olur da evlerine gece yarısı geliyordu. bir şeylerin ters gittiğini anladı. "gelse gelse bu saatte ancak polisler gelir." dedi kendi kendine. bu tür yöntemi daha önce kullandıklarını duymuştu. zaman kaybetmeden yastığının altındakini ve açıkta olanları saklamaya başladı. osman, ürkek ve korku dolu gözlerle annesine bakıyordu. evdekilerde heyecan ve korku dolu bir bekleyiş vardı. osman en büyük abisi, hasan'a baktı. odanın içerisinde telaşla hareket eden tek o vardı. annesine ve kız kardeşine kocaman ve siyah demire benzeyen birşeyler verdiğini ve birşeyler söylediğini gördü. garip birşeylerin döndüğünün farkındaydı, yalnız ne olduğunu anlayamıyordu. abisiyle göz göze geldiler bir ara. hasan, osman'ın korkmuş olduğunu gördü. yanına gidip "yat uyu koçum, birşey yok korkma sakın" diyerek yatıştırmaya çalıştı. bu esnada kapı yine aynı şekilde vurulmaya başlamıştı.

hasan etrafına baktı. içinden "iyi bak bir daha bu odanın içerisindekileri göremeyebilirsin" diyordu. ayrılık vaktinin gelip dayandığını hissediyordu. kapıyı açması için kardeşi hacı'yı gönderdi. yüreği rahattı. "nasıl olsa malzemeleri sakladım, en fazla beni götürürler, birkaç gün sonrada bırakırlar" diye düşünüyordu. osman'ı yanına alıp beklemeye başladı. hacı'nın kapıyı açmasıyla kapatması bir olmuştu. korku ve panik içerisinde geri odaya doğru koştu. "abi, abi faşistler evi basmaya gelmişler, ben kapıyı açtığımda şalvarlı, puşili adamlar silahlarını bana doğrulttular, kapıyı hemen kapattım geri kaçtım" dedi. hasan bir an tereddüt geçirdi. bunlar polis mi, yoksa faşistler miydi? geçen hafta faşistler bir evi basıp insanları öldürmüşlerdi. "demek faşistler evi buldular" dedi. aceleyle silahı sakladığı yerden alıp parçalarını birbirine monte etmeye başladı. evdekilere "yatın yere, osman'ı yanınıza alın, köşeden bir yere ayrılmayın " dedi. kendisi de mevzilenecek bir yer seçip yere uzandı. artık vuruşmaya hazırdı. tek endişesi ailesine bir şey olmasıydı.

evlerinin duvarına bitişik olan elektrik direğinde şapkalı birisinin başını gördü. nefesini tuttu. tetiğe basacağı anda duraksadı. elektrik direğine çıkanın polis olduğunu anladı. tetiğe basıp çatışsam mı, yoksa silahımı saklasam mı ikileminde kaldı. "çatışsam evdekilerin hepsini öldürürler" diye düşündü. ani bir hareketle elindeki silahı kız kardeşi elif'in göğsüne kattı. silahı katmasıyla yere düşmesi bir oldu. kız kardeşinde sütyen olmadığını anladı. silahı yerden alıp "elini göğsünde birleştir, bunu göğsünde sakla" sakın ellerini birbirinden ayırma" dedi. bir anda avlu ile çatı polisle dolup taşmıştı. ellerinde uzun namlulu silahlar olan insan sürüsü yavaş hareketlerle ilerliyordu. hasan'ın annesi kapıya yönelip "kim var orada ne istiyorsunuz ?" diyerek ölüm sessizliğini parçaladı. nelerin olabileceğini az buçuk biliyor ve gelenlerin kim olduğunu çok iyi görüyordu. birilerinin sessizliği bozması gerekiyordu. ana duyguları ağır basmış, tüm korkusuna rağmen öne çıkmıştı çocuklarını koruyabilmek için. karşı taraftan gelen talimatla yere yattı. davetsiz misafir olarak gelenler durmaksızın bağırıp çağırıyorlar. "evde senden başka kim var, erkekler nerede" türünde soru yağmuruna tuttular. içeride sessiz bekleyiş devam ediyordu. hasan, osman'ı dipteki yatağa uzatıp "sen burada bekle sakın yerinden çıkma" dedi ve yanaklarından öpüp yanından uzaklaştı. polisler içeriye girmişlerdi. karşılarında hasan'ı görür görmez suratının ortasına silahın dipçiğiyle sert bir şekilde vurdular. hasan'ın ağzı-burnu kanlar içerisinde kalmıştı. köşeye sıkışmış olan diğer ev sakinleri sadece olup bitenlere bakmakla yetiniyorlardı. "kalkın kalkın çabuk, bu köşeye geçin" talimatını aldıklarında yerlerinden kalkıp gösterilen köşeye geçtiler. sadece osman'a dokunmamışlardı. hacı'yı kız kardeşinin yanından alıp evin ortasına getirdiler.

duvarda asılı duran yılmaz güney'in çerçeveletilmiş resmini bir dipçik darbesiyle yere indirdiler. ayaklarının altında fillerin tepişmesi misali eziyorlardı. bu da yetmiyormuş gibi hırslarını alamayanlar elleriyle parçalıyorlardı. "duvardaki bir resim bunca zulüm gördüğüne, göre hasan'ıma kimbilir ne zulümler yaparlar" dedi kendi kendine annesi. mat ve soğuk sesiyle "hasan piçi hanginiz?" dedi odadakilerden biri. gözleriyle de hacı ve hasan'a bakıyordu. akbabanın avının üzerine atlayışı misali bir duruşu vardı. hasan, dediğiniz kişi benim demesiyle yere serilmesi bir oldu, yerde yediği tekme ve dipçiğin haddi hesabı yoktu. tüm bunların başına geleceğini biliyordu. "devrem yeter, devrem birazda sonraya kalsın" denmesiyle vurmayı bıraktılar. hasan'ın yakasından tutup ayağa kaldırdılar. "bak hasan bize silahların yerini güzellikle söyle, yoksa biz seni bülbül gibi öttürmesini biliriz. gel canın yanmadan bu işi halledelim, ne diyorsun". hasan, "ne silahı bende silah falan yok." dedi. polislerden birisi "bende yok diyorsun öyle mi?. bak biz bulursak sonra hiç iyi olmaz." dedi ve hasan'ın gözlerinin içine baktı. vurmamak için kendini sıktığı her halinden belli oluyordu. hasan'dan farklı bir cevap alamayınca işkence yöntemlerine yine baş vurdular. odanın altını üstüne getirdiler ancak birşey bulamadılar. hasan'ın kolundan tutan polis "hiç utanmıyorsun hı," duvardaki marks'ın resmini göstererek "sen bu ak saçlı nur yüzlü dedenden de mi utanmıyorsun. adam allah'ın yolunda gidiyor, sen ise anarşistliğin yolunda." dedi. hasan'ın hatırladığı kadarıyla kendilerinde hiç dedesinin resmi yoktu. kafasını kaldırıp resme baktığında gülmemek için kendisini zor tuttu. polis daha konuşmasını sürdürecekti, arkadaşı "ulan oğlum o gösterdiğin resimdeki adam marks. bunların asıl pirleri, pirleri" diye uyarınca konuşmasını kesti. durumunu bozuntuya vermemek için hasan'a vurmaya başladı. "bu gral nerenin gralı lan, anlat diyorum sana" diyor bir yandan da vurmaya devam ediyordu.

odanın içerisi savaş alanından beter olmuştu. ne varsa hepsini dağıtmışlardı, ancak aradıklarını bir türlü bulamamışlardı. "biz seni konuşturmasını biliriz, hasan efendi. hele bir allah'ın olmadığı, peygamberin izinde olduğu yere gidelim de sen görürsün dünyanın kaç bucak olduğunu."dedi amir. odadan çıkacakları sıra da elif'in elini birleştirdiği göğsünde birşeyler olduğunu fark etti polislerden biri. "amirim amirim bu kızın göğsünde bir şeyler var." demesiyle odadaki herkesin gözü parmak işaretiyle gösterilen yere doğru döndü. elif biraz utangaç ve ürkekçe baktı abisine. sanki "benim bir suçum yok" beni bağışla abi dercesine bir bakışı vardı. silahın dipçiğinin küçük bir bölümü görünüyordu sadece. oysa elif bunca zamandır kendisine teslim edilen emaneti çocuğunu korur gibi korumaktaydı. nerede hata yaptığına kendisi de anlam veremiyordu. bir anlık küçük bir hatasının abisinin canına mal olacağını biliyordu. bu yüzden daha çok eziklik hissetti abisine karşı.

amir aradığı şeyin bulunmuş olmasının sevinciyle gülümser bir yüzle elif'e yöneldi. "koynundakini bana ver, duyuyor musun beni sana diyorum silahı bana ver"dedi. elif sanki bir şey olmamış gibi kekeleyerek "bir şey yok ben de, ne silahı" dedi. silahı vermemek için direniyordu. sorulan soruları geçiştiren tarzda cevaplar veriyordu. kollarını iki yana aç dedi amir. elif hasan'ın gözlerinin içine bakıyordu. ne yapayım dercesine yardım istiyordu. hasan kardeşine zarar gelmemesi için göz işaretiyle kollarını açmasını istedi. elif kollarını sevdiğini kucaklamak istiyormuşçasına kocaman açtığında silah göğsünden büyük bir gürültüyle yere düştü. ayağının ucunda duran silaha baktı. gözlerini yerden kaldıramıyordu bir türlü . yanağına yediği şiddetli bir tokatla yere düştü. hiç kıpırdamadan öylece duruyordu. ölümle yaşam arasındaki ince çizgide gidip geliyordu. ürkek ve mahsun olan yüreği katılaşmış çocuksu bakışlarının yerini kin dolu bakışlar almıştı. alev saçan bakışları hala silahtaydı. böylesi bir durumun yaşanmasında birinci derecede payının olmasından dolayı üzgündü. dudaklarını kanatırcasına ısırarak öfkesini yatıştırmaya çalışıyordu.

"hani sen de silah yoktu lan! şimdi ne diyeceksin? diğer silahların da nerede olduğunu bize göstereceksin." dedi amir hasan'a. aradıklarının bir kısmını bulmuş olmanın sevincini yaşıyorlardı. arkası gelir düşüncesindeydi. hasan "ben de silah olmadığını daha öncede söyledim." dedi. "peki bu nedir, bunu biz mi kardeşinin göğsüne koyduk". hasan bir an duraksadı. derin derin nefes alıp verdikten sonra "silahı oraya ben koymadım, siz koydunuz." dedi. amir bu sözlere daha fazla tahammül edemeyerek elindeki telsizle kafasına vurdu. hasan'ın kafası kanlar içerisinde kaldı. telsiz bataryası yerinden çıkıp yere düşerek parçalanmıştı. amir bu durum karşısında daha da sinirlenmişti. bildiği ne kadar hokkalı küfür varsa bir bir sayıyor, bir yandan da tüm hiddetiyle vuruyordu. yanındakilerden birisine emniyete varınca "ibne hakkında telsiz kırdığı için kamu malına zarar vermekten dava açılması için bir dilekçe yazın" dedi.

elif'i yerden kaldırıp ayağa diktiler. onu da götürmek istiyorlardı. hasan bunu anladığında "onun bir suçu yok, ne kozunuz varsa benimle paylaşın" dedi. anaları da kendini kızının önüne atarak götürülmesini engellemeye çalıştı. götürüldüğü yerde kirli ellerinin kızının bedeninde dolaşacağını biliyordu. amir de çok iyi biliyordu, elif'in olayla alakasının olmadığını. bu yüzden olsa gerek elif'i götürmekten vazgeçti. nasıl olsa alacağımızı aldık diye düşünüyordu. "kız kalsın diğerini alın arabaya götürün" dedi. hasan etrafa baktı, ilkin anasına ve daha sonra kardeşlerine hoşçakalın sevdiklerim, hoşçakalın belki gelemem bir daha, türkü söyleyerek yıldızları seyredemeyiz, bahar da kırlarda gezemeyiz belki. böyle olmasını istemezdim. üzülmeyin, er ya da geç böyle olacağını nasıl olsa biliyorduk diyen bakışları vardı. bu arada osman abisine yanaşıp minicik elleriyle yüzündeki kanları sildi. bir yanda da etrafı kontrol ediyordu, fırsatını bulduğunda kulağına eğilip "devrimciyiz devrimci" dedi. hasan bu sözler karşısında osman'ı bağrına bastı. "dediğin gibiyiz" dedi sadece. hasan'ı arabaya bindirecekleri sırada anası kolundan tutup götürülmesine engel olmaya çalıştı. "nereye götürüyorsunuz oğlumu. ne yaptı ki? bırakın oğlumu" diyerek ağlıyordu. hasan'ı aceleyle arabaya bindirdiler. anasını ise el darbesiyle çamurlu suyun içerisine düşürmüşlerdi. "komşular bakın hasan'ımı götürüyorlar, yardım edin götürmesinler. izin vermeyin" diye bağırıyordu. komşulardan hiç kimse yardıma gelmemişti. bu çığlıklar karşısında ne oldu diyen de olmadı. ışıklarını dahi yakmadılar. kimisi merakından perdenin ucunu aralamakla yetindi.

hasan'ı götüren araba gözden yitip gitmişti. çaresiz bir şekilde olduğu yerde, çamurun içerisine diz çöküp öylece kalmıştı. yağmur altında kalmaktan tüm elbiseleri ıslanmıştı. göz yaşları yağmur sularına karışıp gidiyordu.