dönmeyeceğimi anlamak için ne kadar zamana ihtiyacın var bilmek isterdim. benden ümit kesmek için, ya da görmek için bir aşk için daha fazla küçülmeyeceğimi. o kabullenişi, o vazgeçişi... sessizce seyrederken akışını zamanın, devrik aşkları iliştirirken ürperen satırlara, ömrünün hangi susuşundan silinecek adım, kaç sevda sonra?

ben öğrendim acıyla baş etmeyi. zamanı sensiz seyretmeyi. boş hayallere de kapıldım çoğu kez, olmadığım bir şey olmaya çalıştım. değiştirmeye yattım kendimi gecelerce. o midemi bulandıran boşluklardan olmaya... hatta girdim içlerine, eyleme dönüştürmek için. beceremedim... zavallı benliklere, öyle olmadıkları yalanını söyleyemedim. içimdeki anlamları susturup, anlamsız gülüşleri yapıştıramadım yüzüme, maskelerimi sevmedim.

çok istedim ama olmadı. kendimden başka bir şeye benzeyemedim.

ama seni, senden başka bir yere koymak kolay oldu. "dostluk" oldu bazen, bazen "yokluk" oldu. bulabildiklerimden haberin olsa, yine itiraz eder miydin diye düşününce, aldım hepsini senden; artık isimsizsin. bir şeysin işte... sadece bir şey. ömrümün eteklerine yapışan, soluyan bazen, bazen tek bir nefes almayan... kararttıkça aydınlatan bir şey. oturmuş ruhumun en ben yanına, kalmış orda öylece, daha ileri gitmekten korkmuş, yetinmiş geçmişiyle, bir şey... yaralayan, yaralarımı saran, kanatan, kandıran, acıtan. beni her sabah yeniden doğuran, ve kendi elleriyle boğan, her gece yeniden, yeniden... bir şey.

sorgulamadan yaşıyor artık seni benliğim. bütün soruları susturuyor, merak etmiyor hiçbir şeyi gerektiği kadar. bir şey ummuyor. beklemiyor da. istemiyor hatta. yaşıyor gibi yapıyor seni. babası gittiği şehirden dönmeyen çocuklar gibi. kocası savaşta ölen kadınlar gibi.

artık bir tabiri yok adının, bir şekli yok. varlığının anlamı yok, ya da yokluğunun. ama sen hep varsın, hep kalırsın...

artık ne yaşamla, ne de ölümle anlatılırsın.*(*kış/2006)