bir şeyler yazacaktım ama benden daha iyi anlatanını bulunca dayanamadım, kopyala+yapıştır yaptım. ibretlik derler ya öyle bir hayat işte.

afife, konak çocuğudur, emrinde mürebbiyeler halayıklar var mıdır bilmiyoruz ama dr. sait paşa'nın torunu olduğuna göre rahat yaşar. o yıllarda kadınlar ya ev hanımı olurlar, ya da ev hanımı olurlar. lakin afife akranları gibi çeyizle meyizle uğraşmaz. müslüman kadınlara sahnenin "yasak" olduğu bir dönemde "tiyatroculuğa" merak salar.
asrın başlarında ortalık toz dumandır, birileri ısrarla "hukuku delmeye" bakar ve "maşa" kullanmaktan çok hoşlanırlar. nitekim şöhret krizine giren üç beş kızcağızı ayaklandırır, onlara "kahraman" muamelesi yaparlar. bunlardan memduha, beyza ve behire gözlerini açar, yakalarını siyaset simsarlarının elinden kurtarırlar. refika ise sahne gerisinde çalışmaya başlar. elde kalır mı afife? üç beş prova seyreden çocuğu havalara sokar, ona "asrın yıldızı" gibi davranırlar.
bir ara darülbedayi, kadıköy apollon tiyatrosu'nda "yamalar" adlı oyunu sahneye koyar. ancak eliza benemenciyan adlı ermeni kızı gruptan kopunca ortada kalırlar. malum şahıslar afife'nin sırtını sıvazlar "şimdi tam sırası" buyururlar. bunun kanunen "suç" olduğunu bilmezler mi? bilirler ama nasıl olsa onlara "bişeycik" olmaz, yanarsa afife yanar.

alkış, alkış, alkış...
afife, "jale" takma adıyla sahneye çıkar ve rolünü rahatlıkla oynar. o geceyi "anlatılmaz bir sarhoşluk içinde idim" diye anlatır, "ağlama sahnesinde, taşkın bir saadetle ağladım. sahiden ağladım... alkış, alkış, alkış... perde kapandı, açıldı. ayağımın dibine çiçekler atıldı. muharrir hüseyin suat koşup geldi, alnımdan öptü. 'bize bir sanat fedaisi lazımdı, işte o fedai sensin.' diye haykırdı."
afife henüz seksek oynayıp, ip atlayacak yaştadır, "fedailiğin" ne manaya geldiğini "hakkında takibat açılınca" anlar. yönetimle hesabı olanlar ufacık çocuğu gaza getirir ve "direnmesini" sağlarlar. afife'yi "odalık" oyununda bir türk için "riskli" bir role soyundururlar. akılları sıra tedbir alır, muhtemel baskında sahne arkasından kaçış yollarını hazırlarlar. nitekim afife zaptiyeleri görünce kazan dairesinden kömürlüğe geçer ve o günlüğüne paçayı yırtar.
peki sonra? sonra ne olsun çekirge bir sıçrar, iki sıçrar sonunda yakalayıp içeri alırlar. belki polisler babacan bir tavırla vazifelerini anlatsalar, çocukcağız hak verecektir ama onlar "nush (nasihat) ile" babını atlar, "kötekle uslandırmaya" kalkarlar. şöhretten başı dönen kızcağızı, döndüre döndüre döver, posasını sokağa atarlar.
sonra gider darulbedayi idarecilerinin kulağını çeker, (dahiliye nezaretinin 204 sayılı bildirisiyle) kuralları hatırlatırlar.
o güne kadar afife'ye "kurtarıcı" muamelesi yapan tiyatro idarecileri iki polis görünce tırsar, 17 yaşındaki kızcağızı cascavlak ortada bırakırlar. "ne yer, ne içersin? paran pulun var mı?" diye sormaz, selamını bile almazlar. garibim ailesinin yanına da dönemez zira mahallenin bitirimleri "afife"ye "aşufte" gözüyle bakmaya başlar. çocukcağız boşa koyar dolduramaz, doluya koyar aldıramaz.
her şeye yeniden başlamaya, biricik babasının hanım kızı olmaya, sıcak evinde oya moya yapıp nasibini beklemeye dünden razıdır ama meğer ki geçmiş ola. sahi nerededir o sırtını sıvazlayanlar, alnından öpenler, ayakta alkışlayanlar? çaldığı kapılar yüzüne kapanır. dost bildikleri "git, belediye baksın" der, başından savarlar.
"olmak ya da olmamak..." bunu sahnede terennüm kolaydır ama hayat-la "oyun" olmaz. afifecik soğuk ve rutubetli izbelerde, hırsızın uğursuzun dolandığı ucuz ve pis semtlerde sersefil bir hayat yaşar. uykusuzluk, gıdasızlık hele hele çaresizlik onu çok hırpalar. zaten bünyesi narindir, öksürük, aksırık neysede baş ağrılarına dayanamaz. hekim geçinen "kalbi bozuklar" onu morfine alıştırırlar.
cumhuriyetin ilanı ile türk kadınlarına uygulanan tiyatro yasağı kalkar. ancak afife eski afife değildir, bir iki kırık dökük kumpanya ile anadolu turnesine çıksa da aradığını bulamaz. bir ara ud, tambur çalan selahattin pınar'la tanışırlar. birbirlerinden hoşlanır ve evlenme kararı alırlar (1929). kocası onun için besteler bile yapar ama afife uyuşturucuyla yatar, uyuşturucuyla kalkar. adam, bakar bataktan çıkası değil, ayrılırlar.

...ve perde iner!
film acıklı biter, el bebek, gül bebek yetiştirilen paşa torunu, pis, ıslak, soğuk kaldırımları mekan tutar. vücudu kurur, gözleri çöker, genç yaşta kamburu çıkar. elleri ayakları tutmaz olunca onu akıl hastahanesine yatırırlar. afife zaman zaman mazhar osman'a içini açar "keşke ünlü bir sanatkar olacağıma çocuklarıyla boğuşan sıradan bir anne olsaydım, akşamları camın önüne oturup kocamın yolunu gözleseydim" diye dert yanar.
sahipsizin ölümü nasıl olsun? bir sabah genç kadının cesedini bulurlar. tımarhaneden alıp, gasilhaneye bırakırlar.
afife hala birilerinin "aklına" ve "işine" geliyor. karnı toklar, sırtı pekler ve tuzu kurular "söylevler" irad buyuruyor, "afife, gerçek bir fedai ve korkusuz bir devrimciydi. onun adına ödüller düzenlemek, örümcek kafalılara atılabilecek en güzel tokattır" diye kürsü yumrukluyorlar.
insan kullanmanın da bir sınırı var. zavallının gençliğini, hayallerini, hayatını çaldılar, şimdi ruhuna musallat oluyorlar.
sahi, afifeciği "fedai ve devrimci" gibi tanıtanlar, onun yürek parçalayan hikayesini niye anlatmıyorlar? *(*irfan özfatura)