küçük bi çocukken sık sık başıma gelen olay. evet, boğulmuş olmak için illa sonunda ölmeniz gerekmiyor. neticede sizin için duruyor bi yerde hayat, beyin ölümünün de gerçekleşmesi şart değil. ne demek istediğimi ölmeden boğulanlar iyi bilirler. neyse, şimdi size bunun neye benzediğini talihsiz eski bi hikayeyle anlatacağım.

hülya adında bi kuzenim var benim, hakkında yüzlerce entry yazılabilecek kadar renkli bi kişilik. tabi konumuz hülya değil. bunların memlekette yazlık bi evleri var, etrafındaki araziyi baya bi meyve sebze ile doldurdukları için, onların su ihtiyacını karşılamak amaçlı bi havuz yaptırmışlar evlerinin arkasına, betondan yapılmış olması nedeniyle aynı ışıltılı görüntüyle cezbetmese de, sıcak yaz günlerinde yüzme havuzu vazifesi de görüyor kaçınılmaz olarak. köy yerinde bikini giyecek halimiz yok, ama havuzun sahipleri bi kaç simit filan almışlar gebermeyelim diye. bi şort bi atlet giyen soluğu havuzda alıyor. ama ben oldum olası yüzmem. tamam lan, yüzemem diyelim ona biz. gülmeyin, evet bi kıyı şehrinde büyüdüm nolmuş. denizde büyüdüm sayılır, bi balık gibi. evet ama yüzmedim hiç. yüzemedim ne var. çok uğraştılar, "bak ben kesin öğretirim" diyen çok oldu, her birine az kalsın boğuluyodum diye çok küfür ettim. şimdilerde bile hala bunlardan çıkan olunca, denemek yerine peşin peşin küfrediyorum, ne gerek var yıllar sonra yeniden boğulayım. neyse konuyu boğmayalım, bi yaz günü biz hülya ile onların evde tek başımıza oturuyoruz. hava da çok sıcak, hülya her gün yüzüyor doğal olarak, balık gibi şerefsiz. dedi ki hadi gel bugün birlikte serinleyelim nolur, yok ben almiim dedim, ama güzel bi haberim var deyip bana bi simit çıkardı bi yerlerden. hatta ne olur ne olmaz diye kendine de bi tane aldı, havuzun nerdeyse tamamı doluymuş o sırada çünkü, fazla derin. sevinçten zıplayarak havuza kadar koştum. suyu seviyorum çünkü. zaten kim, suyu, yüzmeyi bilmeyen birinden daha fazla sevebilir ki? su benim platonik aşkım. hep kıyılarda, hep sığ yerlerde yüzer gibi yaptığım, hep uzaktan sevdiğim. işte o gün, ayaklarım dibe değmek zorunda olmadan suyu dilediğim kadar hissedebilecektim. ciğerlerimde dahi hissetmek benim planım değildi tabi de, durun o bölüme gelmedik daha. girdik biz suya, aldığım hazzı geçelim, şıpıdık şıpıdık dolanıyorum havuzda ben, milli yüzücü triplerine giriyorum böyle, boktan bi simit sayesinde. ya işte gerektiği kadar eğleniyorum, mutluyum da, niye bozuyorsun di mi? niye daha fazlasından söz ediyorsun?

- ya bdd... salaksın var ya sen. kızım sen yüzebiliyorsun bal gibi.
- simittir o.
- ya ne alakası var. ben seni simitsiz de yüzmeyi denerken gördüm.
- anca dizlerime gelen suda? hoş, az kalsın onda bile boğuluyodum.
- saçmalama yaa. seninki tamamen psikolojik bi engel. aslında yüzebiliyorsun, ama nedense kendini yapamayacağına inandırmışsın.
- hayatta kalmak istediğim içindir.
- bak var ya şimdi bıraksan o simidi, nası yüzdüğüne sen bile şaşıracaksın. güven bana. yapabilirsin...
- nası can verdiğimi görmek mi istediğin?
- bdd! sen yüzebiliyorsun!!
- hadi? peki hangimiz boğuluyor?

yalvarmaya bozdu işi sonra. o kadar gazın ve bir o kadar yakarışın ardından beni ikna edebildiği şey şu; simitlerin ikisini de o alacak, üzerine geçirecek, ben kendimi suya bırakacağım, eğer gerçekten yüzemezsem o beni iki simit sayesinde kolaylıkla kurtaracak. ben de bunu yedim. hakkaten yedim. yalnız suya atlayamam ben dedim. direk atlarsam batarım çünkü. suyun içinde olmam lazım, dolayısıyla suyun yüksekliğinin de en fazla ben parmak uçlarımda yükselince burnuma kadar gelebiliyor olması. aptal kuzenim ona da bi çözüm buldu, havuzun tabanı biraz yamukmuş zaten, bu yüzden de şu karşı köşedeki yükseklik diğer yerlerden fazlaymış, oraya gidersem ayaklarımın dibe değeceğini görebilirmişim. simitle oraya kadar yüzüp(!) kontrol ettim. sahiden de parmak uçlarımla rahatça dibe dokunabiliyordum. simiti çıkarıp hülya'ya fırlattıktan sonra yan duvarlardan tutup biraz daha yükselerek rahatlıkla nefes almayı sürdürdüm. o sırada bizim mal, havuzun en derin köşesinde iki simitle sarılı halde durmuş, gözleri ışıl ışıl bi heyecanla bana gaz vermeye devam ediyordu. "tamam, şimdi bırak kendini suya, ama bırakma, yüz. yüz tamam mı! iki saniye sonra bundan vazgeçme hep yaptığın gibi."

"tamam" deyip atladım...

en fazla dört kol hareketi ve katedilen 50, bilemedin 60 cm lik bir mesafe. sonra cuuup, ben o çok sevdiğim suyun tam anlamıyla içindeyim. işte bundan sonrasını anlatmak gerçekten güç, bütün olaylar belki en fazla bir kaç dakika içinde gerçekleşiyor ama o sırada bana bunun yalnızca bir kaç dakika sürdüğünü asla söylemesin kimse! beynim olağan üstü hızla çalışıyor, neyle karşı karşıya olduğum biliyor ve hızlı bir plan yapıyorum dibi bulmadan; hülya battığım yerin yaklaşık bir metre kadar ilerisinde, yani ayaklarımı dibe vurup yükselirken kendimi ona doğru itersem güvendeki bedenine yapışabilirim, bu da suyun üzerinde kalabilmem demek. b planı için bir saniye dahi vakit yok, aklımdakini yapıp sahiden de başarıyla hülya'ya ve simitlere kavuşuyorum. ama o tuhaf mücadeleyi tam hatırlayamıyor olsam da, çok net hatırlayabildiğim şey sadece şu; hülya beni itiyor. sonraları ve hala, bunu ona ne zaman söylesem, "beni boğuyordun, anlamıyor musun, beni suya çekiyordun! ikimiz de ölmeyelim diye seni derin olmayan köşeye doğru ittim, asıl bunu yapmasam şimdi yaşıyor olmayacaktın." diye ısrarla bi cinayet girişiminde bulunmadığını söylüyor, ama ben olanları tam değilse bile bana yetecek kadar hatırlıyorum. onunla ne kadar boğuştum bilmiyorum, ama dediğim gibi, tutacağını söylediği halde beni sürekli itiyordu. en son beni ayaklarıyla, ona yeniden yapışamayacağım kadar uzağa itmeyi başarıp kendi de yüzerek başka bir köşeye uzaklaştı. ondan umudu kesip de yeniden battığım o kısacık zaman aralığında, yine dibe dokununcaya dek yaptığım ikinci plan ise şu; su başımdan en fazla 5 cm filan yükseklite, öyleyse her dibe varışta dipten kuvvet alarak yukarıya zırplar ve her su üzerine çıkışta nefes alırsam, bunu sürdürerek merdivenlere kadar ulaşabilirim. ahaha, çok kolay geldi o anda sahiden. hemen zıpladım, sahiden de suyun üzerine ulaştım, tam da bir ciğer dolusu nefes alıyordum ki... yeniden batmışım. bütün yollarını açtığım ciğerlerime dolan da hava yerine su oldu elbette. korkunç bir duygu bu. bunu kimse yaşasın istemem. o kadar korkunçtu ki, yaşam adına bütün ümidimi ve isteğimi kesiverdi bir anda. durdum orda. zıplamadım bile yeniden. ne zıplıycam ya. dışarı çıksam bile artık yaşamam, yaşasam bile iflah olmam diye düşündüm. kalakaldım öyle. azraili bekliyorum, ciddiyim. elbette bütün bunlar saniyeler sürüyor en fazla belki. derken tam bilincimin yarısını kaybettiğim anda sırtıma bir el yapışıyor. en son onu hatırlıyorum. gerçekten. ciğerlerimdeki suyu nasıl boşalttılar, nasıl kendime geldim haberim yok. işin en tuhafı da, evde kimseler yok, çevrede yakın bir ev yok, yani aslında beni kurtarmaya gelebilecek alakada kimseler yok etrafta. ama sadece bir kaç yılda bir filan anca gördüğüm, uzaktan akrabamız olan genç bir kadın, nasılız filan diye bakmaya gelmiş o sırada. öldürmeyen allah, öldürmeyişine onu bahane seçiverecekmiş işte. o gün şanslı günümdeydim kısacası. varsın hülya bu olanları bütün bi ömür inkar etsin, varsın o uzak akraba kadın hala bugün bile, yaşlanmışlığına bakmadan "bana bi can borcun vardı senin, hala duruyo naapcaz?" diye kikirdesin.

bitirmeden önce bir şey daha eklemek istedim; şimdi bu çok derin yerlerde boğulanları filan izliyoruz ya bazen, hani bunlar arada bi suyun üzerinde belirip belirip kayboluyorlar, işte ben bunu nasıl yapabildiklerini hiç anlayamıyorum. mesela, ben niye suya bırakılınca bozuk para gibi direk dibe batıveriyorum? o dip zaten yüzeye zıplayabileceğim kadar yakın olmasa benim bi şekilde onlar gibi yardım çırpınışları yapabilmeme imkan yok. ben aşağıdayım. hayır, zaten arada sırada yüzeye çıkabiliyorsan neden boğuluyor olasın ki, çıkınca nefes al, batınca kullan? olmuyor mu? test edip de cevabı görmüş biri olarak bile hala çözemiyorum, neden olmuyor?

neyse ben yüzme bilen insanlara uyuz oluyorum. hele bi de çok iyi yüzebilenlerden iyice tiksiniyorum. o çoculuk yıllarımdan kalma bi diyalogla da bitiyorum entrymi;

- hani bi kırmızı balık vardı ya, gölde kıvrıla kıvrıla yüzen
- evet
- skiim o balığı ben