çocukken çözdüm bu tabirin kökenini. sürekli duyardı kulağım (intak yapıyorum, yoksa başka bir organımızla duyacak değiliz, ukalalık yapmayın hemence); ama beynim anlam veremezdi: hayat kadını nedir? ne tuhaf bir ifadedir? türkçeyi yeni öğrenen ve henüz bu tabirin anlamını öğrenmemiş birine sorsanız ne kadar manidar ve güzel bulacak belki de.

öyle seksenli yıllarda cep telefonu yoktu. peder bey kahvehaneye çıktığı zaman kendisine ulaşmak için ancak semtin kahvehanelerini dolaşmak gerekirdi. sürekli gittiği kahveye uğrayınca da simaen aşina olan arkadaşları hemen araya alır, eğlenirlerdi: "naber lan keraneci, kamışa su yürüyo mu, kuş ötüyo mu, ötüyosa hangi makamda ötüyo? 'nihavend mınakoyim' diyemiyor insan tabii)" "gel oralet ısmarlayayım yeğenim, otur hele" vs. vs.

"babam nerede?" diye sorunca da "yaşamaya gitti" derlerdi. sonra da ağız birliği etmişçesine o en kirli gülüşlerini takarlardı yüzlerine: sırıtırlardı. cinsel göndermeler olduğu anlaşılırdı tabii ama küçücük yaşta bilinen 'yaşamak' bu anlamda değildi. o zamanlar alt komşu kızını apartman boşluğunda öpmeye bile korkardı insan. yaşamak çok uzak bir şey gibi geliyordu yani. hoş, şimdi de öyle ya. geçelim efendim.

bu eşşek sıpası arkadaşları, babanın yaşamaya gittiğini söylerken neyi ima ediyorlardı? "baban hayat kadınlarıyla düşüp kalkıyor". allah düşürmesin. kaldırmasın da. saçmalamayın ulan. yapmaz babam öyle şey. zaten her seferinde kendileri de bunun doğru olmadığını söylüyorlardı. "yan binadaki kahvede. bu akşam sermet amcanlarla oynuyor."

yanisi, çocuk aklıyla, o iğrenç yaşamakla, hayat kadınlığı arasında bir bağ kurulurdu ama bunun bir kısa devre; bir kestirme olduğu fark edilmezdi... entrynin sonuna da not asalım

"yaşamaya gittim, gelicem"