vaktiyle burda yazarlık yapan ama yazarlığı bırakmış olan ordinarius mahlalı kişinin uktesidir. ukte notu olarak şunları yazmış;
'bir bilinçaltı mı yoksa? üşengeçlik de olabilir mi acaba? belki de bilgisizlik? ne bileyim bi doldurun görürüz o zaman..'
ukde kelime anlamıyla 'içe dert olan şey' demektir. gerçi bu ukte kavramı tdk'ya göre ukde olarak geçiyor. t harfi d harfi oluyor falan filan.
bende elimden geldiğince bu kişinin içine dert olan şeye deva olacağım.
bilinçaltı demiş kendisi olabilir. ama bir psikalanist olmadığım için bilinçaltını çözemem velev ki fare giremediği deliğe kuyruğuna kabak bağlayarak hücum edermiş pozisyonu yaratacağı için teşebbüs bile edemem.
uzun lafın kısası kalıbı dilimizde bir çok şekliyle kullanılmaktadır.
mesela ezcümle, velhasıl-ı kelam, sözün özü vesaire olarak birinci tekil yahut çoğul şahış olarak kullanabilir. ikinci üçüncü tekil ve çoğul haliyle amiyane olarak kısa kes aydın havası olsun denebilir.
bunlar işin kuru bilgi yönüdür. arzu eden biraz kafasını çalışıtırıp yahut araştırıp bunları çarcabuk kapabilir fakat ben işin başka yönüne hücum edeceğim.
gerek bilginler, gerek filazoflar, şairler, yazarlar vesaireler hayatın özünü yakalamaya uzun lafın kısacasını yakalamaya çalışmışlardır.
steinbeck'in ismini hatırlayamadığım bir romanında bir karakter ölürken insan yaptıklarını değil yapmadıklarını yapamadıklarını hatırlar diye söylemiştir.
sokrates bedenle ruh arasındaki ilişki ne kadar az olursa o kadar bilegeliğe yaklaşabileceğimizi kainatın sırlarına ancak bu dünyadan gittikten sonra vakıf olacağımızı yargıçlarına deklare etmiştir.
kestirmeden gidersek bitiştir yok olmaktır, kaputt olamktır uzun lafın kısacası.
ama bence bu değil.
çünkü varolan herşey bitmek zorunda. buna kabul. ama bitecek diye herşey yusuf yusuf ederek yaşamak bence
şapşallıktan başka birşey değil.
iyimserlik yapmıyorum polyanacılık bende kepek yapıyor sadece gerçekçi bir biçimde yaklaşıyorum.
bence uzun lafın kısası kavramı yetkinliktir. yetkinlik artık ekleme değil çıkartma bile yapmamaktır.
bayalığa bulaşmadan sadece ve dolu olabilmektir. yoğunlaşmış bir hayat yaşamaktır. bu zor hatta imkansızdır.
ama bunu için uğraşabilmektir zaten gerisi geliyor.
çoğu vakit bıkkınlıktan gelen üşengeçlikten yahut başka sebeplerden dolayı guard düşebilir hatta bazı vakitler başarızlıktan daha beter bir durum da olabilir.
bunun adı başarıya ulaşmaktır. gidilecek hiç bir hedef yoktur. hiçbirşey istemez insan. parmağını bile kıpırdatmak bile istemez. çünkü şaraplar şirkeleşmiş, prensesler gündelikçi olmuş prensler ise beyaz atlarında çerçilik yapmakta, vaad edilen ülke ise boktan toplu konut daireleri dolmuş taşmış durumdadır.
bilmiyorum ama bence uzun lafın kısası diye birşey yoktur.
çünkü bu muğlaklıkta kesin denilen birşey yoktur. hele ki 2*2'nin hala kitlelerce dört edildiği yanılsaması devam ediyorsa hiç bir recete hiç bir formül bir işe yaramaz.
sadece kulağın üzerine yatılır öyleymiş gibi kabul ederek kendimizi kazıklarız.
yazımı adetim olduğu üzere bir şiirle bitireceğim. mikrofonlarımıza cahit sıtkı tarancı'dan hepimize dair geliyor;
yalnız kendi başın mı dertli sanırsın,
gölgesi yeryüzünde avare insan?
taş da istemezdi yosun tuttuğunu;
solmakta her çiçek kokusu uçunca.
tasadır ağaca rüzgarda yaprağı;
her kuş yanar az çok ölen yavrusuna;
sivrisinek de halinden memnun değil;
vızıltısı şikayet makamındadır.
'bir bilinçaltı mı yoksa? üşengeçlik de olabilir mi acaba? belki de bilgisizlik? ne bileyim bi doldurun görürüz o zaman..'
ukde kelime anlamıyla 'içe dert olan şey' demektir. gerçi bu ukte kavramı tdk'ya göre ukde olarak geçiyor. t harfi d harfi oluyor falan filan.
bende elimden geldiğince bu kişinin içine dert olan şeye deva olacağım.
bilinçaltı demiş kendisi olabilir. ama bir psikalanist olmadığım için bilinçaltını çözemem velev ki fare giremediği deliğe kuyruğuna kabak bağlayarak hücum edermiş pozisyonu yaratacağı için teşebbüs bile edemem.
uzun lafın kısası kalıbı dilimizde bir çok şekliyle kullanılmaktadır.
mesela ezcümle, velhasıl-ı kelam, sözün özü vesaire olarak birinci tekil yahut çoğul şahış olarak kullanabilir. ikinci üçüncü tekil ve çoğul haliyle amiyane olarak kısa kes aydın havası olsun denebilir.
bunlar işin kuru bilgi yönüdür. arzu eden biraz kafasını çalışıtırıp yahut araştırıp bunları çarcabuk kapabilir fakat ben işin başka yönüne hücum edeceğim.
gerek bilginler, gerek filazoflar, şairler, yazarlar vesaireler hayatın özünü yakalamaya uzun lafın kısacasını yakalamaya çalışmışlardır.
steinbeck'in ismini hatırlayamadığım bir romanında bir karakter ölürken insan yaptıklarını değil yapmadıklarını yapamadıklarını hatırlar diye söylemiştir.
sokrates bedenle ruh arasındaki ilişki ne kadar az olursa o kadar bilegeliğe yaklaşabileceğimizi kainatın sırlarına ancak bu dünyadan gittikten sonra vakıf olacağımızı yargıçlarına deklare etmiştir.
kestirmeden gidersek bitiştir yok olmaktır, kaputt olamktır uzun lafın kısacası.
ama bence bu değil.
çünkü varolan herşey bitmek zorunda. buna kabul. ama bitecek diye herşey yusuf yusuf ederek yaşamak bence
şapşallıktan başka birşey değil.
iyimserlik yapmıyorum polyanacılık bende kepek yapıyor sadece gerçekçi bir biçimde yaklaşıyorum.
bence uzun lafın kısası kavramı yetkinliktir. yetkinlik artık ekleme değil çıkartma bile yapmamaktır.
bayalığa bulaşmadan sadece ve dolu olabilmektir. yoğunlaşmış bir hayat yaşamaktır. bu zor hatta imkansızdır.
ama bunu için uğraşabilmektir zaten gerisi geliyor.
çoğu vakit bıkkınlıktan gelen üşengeçlikten yahut başka sebeplerden dolayı guard düşebilir hatta bazı vakitler başarızlıktan daha beter bir durum da olabilir.
bunun adı başarıya ulaşmaktır. gidilecek hiç bir hedef yoktur. hiçbirşey istemez insan. parmağını bile kıpırdatmak bile istemez. çünkü şaraplar şirkeleşmiş, prensesler gündelikçi olmuş prensler ise beyaz atlarında çerçilik yapmakta, vaad edilen ülke ise boktan toplu konut daireleri dolmuş taşmış durumdadır.
bilmiyorum ama bence uzun lafın kısası diye birşey yoktur.
çünkü bu muğlaklıkta kesin denilen birşey yoktur. hele ki 2*2'nin hala kitlelerce dört edildiği yanılsaması devam ediyorsa hiç bir recete hiç bir formül bir işe yaramaz.
sadece kulağın üzerine yatılır öyleymiş gibi kabul ederek kendimizi kazıklarız.
yazımı adetim olduğu üzere bir şiirle bitireceğim. mikrofonlarımıza cahit sıtkı tarancı'dan hepimize dair geliyor;
yalnız kendi başın mı dertli sanırsın,
gölgesi yeryüzünde avare insan?
taş da istemezdi yosun tuttuğunu;
solmakta her çiçek kokusu uçunca.
tasadır ağaca rüzgarda yaprağı;
her kuş yanar az çok ölen yavrusuna;
sivrisinek de halinden memnun değil;
vızıltısı şikayet makamındadır.